HAKLARIMIZ _ RİGHTS

24 Ocak 2017 Salı

ÇOCUK SARAYI APARTMANI






Umut sekiz yaşında bir çocuktu.
Annesiyle birlikte Ankara’da, Anıttepe Mahallesinde oturuyordu. Babası İstanbul’daydı. Ankara’da çalıştığı fabrika kapanmış, o da İstanbul’da iş bulabilmişti. Ayda bir kez ailesinin yanına geliyordu. Hem onları görüyor hem de para getiriyordu. Ama son üç aydır gelemiyordu. Para da getiremiyordu. Çünkü İstanbul’da çalıştığı fabrikada ekonomik kriz vardı. Maaşlarını iki üç ayda bir alıyorlardı.

Umut babasını çok özlüyordu. Annesi sabırlı olmasını, babasının yakında gelebileceğini söylüyordu.

Umut sabahları okula gidiyor, dönünce de yemeğini yer yemez annesiyle Kızılay’a yürüyordu. Annesinin yaptığı çörekleri, üç ayrı pastaneye götürüyorlardı. Satılanların parasını alıp dönüş yolunda da alış veriş yapıyorlardı. Annesi her para aldığında, okul harçlığının dışında Umut’a bir milyon veriyor ve istediğini almasına izin veriyordu. Umut’a da bu bir milyon lira ile istediği bir şeyi alıyordu.. Bazen çikolata istiyordu Umut’un canı, bazen oyuncak, bazen kitap.

Pastaneler, annesinin çöreklerini çok beğeniyorlardı. Daha çok getirsin istiyorlardı. Ama annesi; bu kadar yapabildiğini söylüyordu. Umut da, annesi daha çok çörek yapsın istiyordu. Ona daha çok harçlık versin, istediği her şeyi alabilsin, babası İstanbul’da çalışmak zorunda kalmasın. Bunun için annesine çörek yaparken yardım etmek istiyordu. Annesi yardım etmesine izin vermiyordu. Çünkü Umut çocuktu . Çocuklar sadece oyun oynar, masal kitapları okur ve derslerine çalışırlardı.

Umut Kızılay’ı da çok seviyordu. Binalar, arabalar, insanlar, oyuncakçılar, dondurmacılar, sinemalar. Her şey, her şey çok renkli ve hareketliydi. Kızılay'da annesinin yanında yürürken, caddeleri, sokakları, tabelaları televizyon izler gibi zevkle izliyordu. Sirenler, kornalar bile onun için değişik seslerdi. Annesi ona, Kızılay’ı ve bu semte adını veren Kızılay binasını anlatmıştı. Okulda öğretmeni de anlatmıştı. Kızılay, insanlara yardım eden bir kuruluşmuş. Ve çok güzel bir binası bulunurmuş.

Umut, Kızılay’da annesinin yanında yürürken, gelip geçen tüm insanlara kendisinin de bir şeyler yapabileceğini hayal ediyordu. Çocuklara pasta polisi, çikolata çeşmeleri, dondurma ambulansı, çok katlı futbol sahaları, balon makineleri, havuzlar, ısınma evleri, bisikletler, yaşlılar için gezen hastaneler, Her köşeye salıncaklar. Kuşlar ve kediler için her sokağa tahtadan renkli renkli yuvalar. Yürüyen kaldırımlar. Bir yandan bunları hayal ediyor bir yandan annesine anlatıyordu. Annesi onu bazen “Düşcü Umut”, bazen de “Buluşcu Umut” diyerek seviyordu. Ama yolda çok hayal kurmamasını söylüyordu. Çünkü tam dört kez, Umut hayallere kapılmış yürürken, kalabalıkta annesinden uzaklaşmıştı. Annesi hemen anlamıştı ve fazla uzaklaşmasına, kalabalıkta kaybolmasına fırsat vermeden dönüp almıştı.

Bir cumartesi günü babası habersizce çıkıp geldi. Umut da, annesi de çok sevindiler. Babası da onlarla olmaktan mutluydu ama bir gün kalabilecekti. Çünkü Pazartesi iş başı yapması gerekiyordu. Fabrika krizden çıkamamıştı daha. Birlikte oldukları zamanı zevkle geçirmeye çaba gösterdiler. Annesi yemekler ve tatlılar yaptı. Babasıyla bahçede maç yaptılar. Hep birlikte yatakta boğuştular, televizyonda komedi filmi izlediler. Ve sabah babası gitti. Umut’la annesi de günlük yaşamlarına döndüler.

O öğleden sonra Umut ve annesi çörekleri pastanelere dağıtmak için Kızılay’a indiler. Umut Kızılay’a hayalinden bir de “Baba telefonları” yerleştirdi. Babası uzakta olan çocukların babalarıyla uzun uzun konuşabilecekleri, ücretsiz telefonlar. Önce Güvenpark’ın içine bir tane yerleştirdi. Olmadı bir tane de postanenin önüne koydu. O da yetmeyince her sokağın başına birer tane koydu. Umut telefonları tasarlarken bir de baktı annesi yanında yok. Annem beni nasıl olsa bulur diye düşünerek telefonları hangi renkte seçmesi gerektiğine daldı. Pembe mi? Kırmızı mı? Sarı mı olmalıydı? Annesi gelememişti daha. Bir köşeye çekilip durdu. Annesi şimdiye kadar fark etmiş, dönüp onu almış olmalıydı. Kalabalıktan uzaklaşıp çevresine baktı, annesini bir türlü göremedi. Evin yolunu biliyordu. Yürüse gidip evi bulabilirdi ama annesi Kızılay’da birbirlerini kaybettiklerinde, olduğu yerde kalıp beklemesini tembihlemişti. Umut, düşlere dalıp annesini gözden kaybettiğinde olduğu yerde bekliyor , beş dakika geçmeden annesi gelip alıyordu. Bu kez de bekliyordu ama annesi bir türlü gelmiyordu. İçinden,“Anneciğin neredesin?“ diye soruyordu

Kalabalık dağıldı. Hava karardı. Dükkanlar kapandı. Umut beklemekten usandı. Üşüdü, acıktı. Polis amcalar da görünmüyordu. Onlara güvenebileceğini biliyordu. Umut korkmaya başladı. Neredeydi annesi? Umut’u neden bulamıyordu. Ağlamayacaktı. Annesinin dediği gibi o cesur bir çocuktu. -“Ne oldu çocuğum. Burada ne yapıyorsun” Fötr şapkalı, uzun, bol pardösüsünün yakasını kaldırmış bir amcaydı bunu soran Umut, adamın gözlerine baktı. Adam babasından hatta babasının ağabeyi olan Refik Amcasından bile büyüktü ama bakışları öğretmeni gibiydi. Ona anlatabilirdi. O da, anlattı. Adam başını okşayarak üzülmemesini annesini buluncaya kadar konukları olmasını söyledi. Adamın elleri sıcaktı. Başını; babası, annesi, öğretmeni gibi okşamıştı. Eğer başka türlü dokunsaydı hemen oradan koşarak uzaklaşırdı. Anaokulundaki uzman abla onlara öğretmişti. “Herhangi biri, size istemediğiniz, hoşunuza gitmeyen bir biçimde dokunursa oradan hemen uzaklaşın” demişti. Tam o sırada polis arabası gelince Umut’un içi iyice rahatladı. Gelenlerin arasındaki polis teyze, “Ne oldu Fuat Bey?“ diye sordu. Adam anlattı. Polis teyze,-“Biz de Umut adlı bir çocuğu arıyorduk” dedi. Umut heyecanla, -Ben Umut’um, annem neden gelmedi? -Umut, annen seni bulmamız için bize geldi. Çok yorulmuştu karakolda dinleniyor. Sen şimdi Fuat Amca ile git, yarın sabah gelip seni oradan alacak. -Annem beni merak eder, ben de sizinle gelsem.-Olmaz Umut'cuğum . Çocuklar karakolda beklemez.Fuat Amca söze girdi,-Sana söz veriyorum anneni en geç yarın göreceksin” dedi. Polis arabasına binip yola çıktılar.. Umut’un hiç görmediği bir semtte büyük bir binanın önüne gelip durdular.

Bina bir tane gibi görünüyordu ama birbirine bağlı üç tane bina vardı. Polis teyze ve diğer polisler onlara “Hoşcakalın” deyip gittiler. Işıl ışıl bir yerdi geldikleri. Umut binayı babaannesinin salonundaki büyük avizeye benzetti. İki kanatlı kapısının üzerinde, “ÇOCUK SARAYI APARTMANI” yazıyordu. Umut, Fuat Amcanın elinden tutup bu aydınlık binaya uzun uzun baktı. -Fuat Amca burası gerçekten çocukların sarayı mı?-Evet çocuğum. Çocuklar anne babadan ayrı kalınca üzülmesinler, mutlu olsunlar diye yaptık burayı. Binaya girdiklerinde bir abla karşıladı onları. Fuat Amca, onları tanıştırdı. Umut’a, Sabiha Abla ile gitmesini, onunla ilgileneceğini söyledi. Umut hemen yatmak istiyordu. Bir an önce sabah olsun da, annesine kavuşsun, evine dönebilsin diye. Sabiha Abla, banyo yapmasını önerdi. Umut itiraz etti. Bu sabah banyo yapmıştı. Sabiha Abla, “Ama sen bizim banyomuzu görmedin havuzlu banyo” dedi. Umut merak etmişti. Giderken depoya uğrayıp, havlu, mayo ve temiz çamaşırlar aldılar. Umut havuzu görünce gözlerine inanamadı. O güne kadar hep açık havuzlar görmüştü. Bu kapalı bir havuzdu, her yanı mermerdendi. Yüzme öğretmeni eşliğinde kızlı oğlanlı bir sürü çocuk neşeyle yüzüyorlardı. Önce banyo yaptı sonra havuza geçip yüzme öğretmeniyle ve çocuklarla tanıştı. Umut saydı, tam on yedi çocuktular. Çoğu da yaşıtıydı. Altısı kız on bir tanesi oğlan. Hepsi ona “Hoş geldin” dedi. Gizem kendisiyle yüzebileceğini söyledi. Umut Gizem’le yüzdü, Barış, İdil ve Oğuzhan ile yarış yaptı. Hep birlikte su topu oynadılar. Kahkahaları, çığlıkları mermerde yankılanıyordu. Yüzme öğretmeninin düdüğüyle birlikte tüm çocuklar “Acıktık. Acıktık” diye tempo tutarak havuzdan çıkıp soyunma odalarına koştular. Umut da çok acıkmıştı. Acaba ona da yemek var mıydı? Onları almaya gelen Sabiha Abla bu soruyu gülümseyerek karşıladı. Çocuk Sarayı Apartmanı’nda her çocuk için bol bol yemek bulunurdu. Aşçıbaşı onu özel olarak karşıladı ve yiyeceklerle dolu bir masaya götürdü. Geçen yıl babasının götürdüğü otelin lokantasına benziyordu. Ne çok yemek vardı öyle. İstediğinden alabileceğini söyledi. Diğer çocuklar da yeni olduğu için sıralarını ona verdiler. Umut annesinin uyarılarını hatırlayıp en sevdiklerinden azıcık azıcık aldı . Toplu yemeklerde başkalarını da düşünmeliydi. Tabağı dolmuştu bile. Masalara oturup, güle oynaya yediler.

Umut’un uykusu gelmişti. Yatak odası nerede acaba diye düşündü. Bir yatak bulsa hemen yatacaktı. Sabiha Ablaya bakındı göremedi. Çocuklar yemeklerini iştahla yerken sinemadan, filmden, kitaplıktan, tiyatrodan konuşuyorlardı. Yemek bitimi Sabiha Abla geldi. Hepsi aşçıbaşına, bu güzel yemekler için teşekkür edip tabaklarını çatal ve kaşıkları ile bardaklarını mutfağa taşıdılar. Umut da onlar gibi yaptı. Sabiha Abla, Umut’a hemen yatmak isteyip istemediğini sordu. Hemen yatmak istemezse sinemaya geçip film izleyebileceğini belirtti. Çocukların bir kısmı sinemaya bir kısmı bugün başlayacak olan bir oyunun gösterimine gidiyorlardı. Barış sinemaya gelmesini, Gizem tiyatroya gelmesini istiyordu. Uzağa gitmeyeceklerdi. İkisi de yan binadaydılar. Umut sinemaya gitmeyi seçti. Uzay filmlerine bayılırdı çünkü. Sinemada çok çocuk vardı. Okulundakilerden bile çok çocuk vardı. Umut hepsinin Çocuk Sarayı Apartmanı’nda kalıp kalmadığını merak etti. Barış da film başlayıncaya kadar anlattı. O kadar çocuğu, Çocuk Sarayı Apartmanı bile almazmış. Burası onlarınmış ama bütün çocukların gelebileceği bir çocuk sinemasıymış. Yalnızca çocuk filmleri oynarmış. Tiyatro da öyleymiş. Umut biraz uykulu izledi ama müthiş bir filmdi.

Filmin bitiminde tekrar aynı geçitten ana binaya döndüler. Umut nerede yatacağını merak ediyordu ama uykusu o kadar çok gelmişti ki durduğu yerde bile uyuyabilirdi. Sabiha Abla, onu yatak odalarının olduğu kata çıkarmak için bekliyordu. Diğer çocuklar merdivenlere doğru koştular. Sabiha Abla onu, her yanı camlı, aynalı asansöre bindirdi. Lunapark oyuncakları gibiydi. Asansör, bir sihirbaz gösterisindeymiş gibi yükseliyordu. Umut aşağıya baktı. Çok hoşuna gitti. Gizemle Oğuzhan aşağıda el sallıyorlardı. Umut da onlara el salladı. Umut yatak odasını görünce çok beğendi. Kendi odasından bile güzeldi.. Yumuşak oyuncaklar, oyuncak desenli yatak örtüleri, balıklı gece lambaları, iki yataklı bir odaydı. Diğer yatak boştu. Sabiha Abla- Gece tek başına uyumaktan korkar mısın-Hayır korkmam Sabiha Abla yatağı açmaya başladı. Umut bunu fırsat bildi. Yatağın üzerine kendisi için konulmuş pijamaları hemencecik giyindi. Pijamalar temiz , ütülü ve yumuşacıktı. Mis kokulu yatağa girdi. Sabiha Abla eğilip başını okşadı, yanağına sıcak bir öpücük kondurdu. Umut’un gözleri yaşardı. Annesi de her gece onu böyle öperek iyi geceler, derdi. Annesini çok özlemişti. Babasını da. Sabiha Abla,-Sana masal okumamı ister misin? diye sordu, Umut gözlerine dolan yaşları göstermeden-İstemem Sabiha Abla teşekkür ederim dedi.Sabiha Abla, bir düğmeye bastı. Yumuşak bir ses masal anlatmaya başladı.-Sen uyuyunca bu ses bitecek dedi ve odadan çıktı.Umut uyudu. Rüyasında annesiyle babasını gördü.

Sabah olunca Umut horoz sesiyle uyandığını sandı. Saate baktı yedi buçuk olmuştu. Annesi gelmiş miydi acaba? Okuluna bugün gidebilecek miydi? Pelin onu merak ederdi. Öğretmeni de. Hem bugün beden dersinde maç yapacaklardı. Gidemezse ondan da kalacaktı. Yine gözleri ıslanmıştı. Tam o sırada Sabiha Abla elinde bir önlükle çıkageldi.-Günaydın Umut okuluna gitmek ister misin?-Ya Annem-Annen okul dönüşü gelip seni alacak. -Neden şimdi almıyor.-Sana güzel bir sürprizi varmış ama ancak öğlene yetişirmiş. -Sabiha Abla annem gelecek değil mi?-Gelecek tatlım, gelecek ve sana güzel bir hediye getirecek. Hadi giyin de gel Umut yataktan fırlayarak kalktı. Perdeleri açtı hemen yüzünü yıkayıp pijamalarını değiştirmeliydi . Pijamalarını çıkaramıyordu, çünkü gözlerini pencereden alamıyordu. Kocaman bir bahçe uzanıyordu önünde. Sanki çimden kocaman bir halı serilmiş üzerine de güller, renk renk çiçekler öbeklenmişti. Kocaman bir havuz mavi ışıklarla selamlıyordu güneşi. Bahçenin çeşitli yerlerine yerleştirilmiş kaydıraklar, tahtaravalli ler, salıncaklar, tırmanma ipleri ve hiç görmediği bir dolu bahçe oyuncağı . Bahçenin diğer bir köşesinde inekler, koyunlar, tavuklar, tavşanlar, kazlar, ördekler, kediler köpekler dolanıyordu. Duyduğu horoz ötüşü doğruydu o zaman. Umut sabırsızlıkla kahvaltı edip önlüğünü giyip, Çocuk Sarayı Apartmanına gelen servise bindi ve okuluna gitti. Kendi servisi değildi ama okuldan arkadaşları vardı Okulu, öğretmeni, arkadaşları hepsi hepsi yerli yerindeydi. Onları görünce çok mutlu oldu. Olanları anlatınca arkadaşları inanamadılar. Sonra sınıf arkadaşlarından biri anlattı. Bebekliğinde tam üç ay kalmış. O hatırlamıyormuş. Ona da annesiyle babası anlatmış. Ama onun kaldığı Çocuk Sarayı Apartmanı başka bir şehirdeymiş.

Umut derslerine girdi. Beden eğitimi dersinde maç yaptılar. Çok eğlendiler. Yine aynı servisle Çocuk Sarayı Apartmanına geri döndü. Sabiha Abla kapıda onu bekliyordu-Çabuk ol Umut . Üstünü değiştirip yemeğini ye. Annen yarım saate gelecekmiş. Umut odasına çıktı. Kendi giysileri yıkanmış, ütülenmiş yatağının üzerinde onu bekliyordu. Hemen elini yüzünü yıkadı. Elbiselerini giyindi, yemek odasına indi. Gizemler de okuldan gelmişler yemek yiyorlardı. Artık Umut da neşeliydi. Sabiha Abla gelip “ Yemekten sonra Fuat Amcanın odasına gel. Annen oradan alacak seni.” dedi. Umut yemeğini çabuk çabuk yedi. Arkadaşlarıyla, aşçı amcayla vedalaştı. Tabağını mutfağa koyup koşarak çıktı.

Fuat Amcanın kapısını tıklatıp odasına girdi. Fuat Amca ,-Gel bakalım Umut dedi. Gel otur. Annen şimdi gelir. -Neredeymiş annem? Neden beni bulamamış?-Biliyorsun ya, annen seni çok aramış. Bulamayacağını anlayınca karakola gitmiş.-Ya onlar da bulamasaydı-Biz onu bulurduk-Bulunmayan çocuklara ne oluyor.-Merak etme her çocuk için bir anne baba vardır. Yeter ki biz aramayı bilelim. Onlar konuşurken Annesi odaya girdi. Umut annesine koştu. Annesinin ayak bileğini sarılı görünce korktu. Durdu.-Korkma korkma Bu ses. Çok sevdiği, çok özlediği bir sese benziyordu. Annesinin arkasında babasını görünce inanamadı. “Yaşasın. Yaşasın” diye, anne ve babasının kucağına atladı.

Daha sonra oturdular ve annesi Umut’a olanları anlattı. Annesi dönüp Umut’u göremeyince geçtikleri yerlere bir daha, bir daha bakmış. Ama Umut yokmuş. Mağazalara, sokak satıcılarına sormuş. Onlar da görmediklerini söyleyince karakola koşmuş. Koşarken ayağı burkulmuş. O, yine de karakola gitmiş. Onlar Umut’u ararken annesinin ayağı balon gibi şişmiş. Polisler annesini hastaneye götürmüşler. Bu arada babasını aramışlar. Hastanedeki doktorlar annesini bütün gece gözetim altında tutmuşlar. Ayağa kalkmasına izin vermemişler. Çünkü ayağı daha çok şişermiş. Doktorlar,Umut’un Çocuk Sarayı Apartmanında olduğunu öğrenmişler. Telefon ederek annesiyle Fuat Amcayı görüştürmüşler. O sırada Umut uyuduğu için annesiyle görüşememiş. Babası da bu sabah gelmiş. İkisi buluşup, Umut’u almaya gelmişler.

Ayrılırken, Annesi, babası, Umut, Fuat Amcaya ve Sabiha Ablaya teşekkür ettiler. Fuat Amca ile Sabiha Abla da Umut’u öptüler. Umut heyecanla,-Ama ben müzeyi görmedim daha .diye bağırdı. Fuat Amca gülerek , istediği zaman gelebileceğini söyledi. Umut; Çocuk sarayı Apartmanına sık sık gitti. Barış’ı, Gizem’i, İdil’i, Oğuzhan’ı görmeye gitti. Bir dolu başka arkadaş da buldu. 23 Nisan Balosuna katıldı. Yaz geldiğinde gül bahçesindeki havuza girdi. Müzesini gezdi. Kitaplığında ve bilgisayar merkezinde ders çalıştı. Sinemasına film, tiyatrosunda oyun izledi. Umut’un babası bir yıl sonra Ankara’da iş bulup temelli döndü. Annesi çörek yapıp pastanelere vermeyi sürdürdü. Pastaların parasına ihtiyaçları vardı. Çünkü aynı evde yaşamasalar da, Barış, Gizem, Oğuzhan ve İdil , Umut’un kardeşleri olmuşlardı.

Hiç yorum yok: