HAKLARIMIZ _ RİGHTS

31 Ağustos 2008 Pazar

CESUR PAPATYA


Bir varmış bir yokmuş, ülkenin birinde bir kral varmış. Kral ülkesini severmiş ama başka ülkeleri daha çok severmiş. Kendi halkından çok, zengin ülkelerin kralları onu sevsin istermiş. Bu yüzden de ne isterlerse yaparmış, ne isterlerse verirmiş. Su kaynaklarını o ülkelere verirmiş, ormandaki ağaçları verirmiş, toprakları verirmiş. Ülkedeki insanların bazıları bu duruma çok üzülüyormuş. Çünkü halk giderek yoksullaşıyormuş, ülkedeki kaynaklar elden gidiyormuş. Ne yaparlarsa yapsınlar bu durumu krala anlatamıyorlarmış. Anlatsalar da dinlemezmiş.

Kral çok kibirliymiş. Kendi sesinden başka sese, kendi yüzünden başka yüze, kendi fikrinden başka fikre değer vermezmiş. Mağrurmuş. Her şeyin hakimi olarak kendini görürmüş. Herkesi azarlarmış. Sarayın alimleri, veziri, kumandanları, yardımcıları kralla görüşmek zorunda kaldıklarında çekinirlermiş. En gerekli şeyleri bile söyleyemeden odadan atılırlarmış. Böylece ülkenin sorunları biriktikçe birikirmiş. Sarayda çalışan yardımcıları halkın yaşadıkları sorunları bilir, ülkeyi bekleyen tehlikeleri görür ama korkularından bir şey söyleyemezlermiş. Kral bir tek soytarıyı severmiş. Çünkü soytarı krala, duymak istediklerini söylermiş. Dünyanın en iyi kralı olduğuna inandırırmış.

O ülkede, bir de Papatya adlı bir kız yaşarmış. Papatya yoksul ailesiyle, başkentin kenar mahallelerinden birinde otururmuş. Babası bir terzihanede kalfa, annesi de ev kadınıymış. Papatya ailenin tek çocuğuymuş. Babası kızını çok severmiş ama , “Bir oğlum olsaydı da okusaydı, bizi bu yoksulluktan kurtarsaydı” diye yakınırmış. O zamanlarda yoksulluğu yenmenin iki yolu varmış. Ya çocuklarının eğitim almasını sağlayacaklarmış ya da başkalarının haklarını ellerinden alacaklarmış. Papatya’nın babası onurlu bir insanmış. Başkalarının hakkı olan bir kuruş paraya bile dönüp bakmazmış. Papatya da okula gitmeyi çok istiyormuş ama o ülkede yoksul aileler kız çocuklarını okutamıyorlarmış. ral kızını daha iyi eğitim alsın diye başka ülkelere yollarken halk çocuklarını okula bile gönderemez olmuş.

Bir gün, Papatya’nın babasının çalıştığı terzihaneye, bir öğretmen elbise diktirmeye gelmiş. Papatya’nın babasına, kızını okutmasını söylemiş. Okulda kız çocuk erkek çocuk fark etmezmiş. Oğlanı okula gönderebilen, kızı da gönderebilirmiş. Babası öğretmene inanmış. Papatya, o mahallede okula giden ilk kız olmuş.

Papatya okula gittiği için çok mutluymuş. Artık okuyabilecek, yazabilecekmiş. Dünyada neler olduğunu öğrenebilecekmiş. Ama o kadar zormuş ki okula gidebilmek. Ailesi Papatya için önlük, çanta ders kitapları, kalem, defter almak için yiyeceklerini azaltmak zorunda kalmışlar. Babası daha çok çalışıyor ama daha az yakıt alabiliyorlarmış. Annesi başkalarının çamaşırlarını yıkıyormuş. Papatya anne ve babasının onu okula yollamak için çektikleri zorlukları görünce çok üzülüyormuş.

Okulda da yaşamı kolay değilmiş. Sınıftaki oğlanlar saçını çekiyor, kalemini saklıyor, defterlerini karıştırıyorlarmış. Papatya bazen bu duruma dayanamayıp ağlıyormuş. Böyle zamanlarda annesiyle babası ona , üzülmemesini, sadece derslerine çalışmasını söylüyorlarmış.

Papatyanın yaşamında bunlar olurken ülkede başka şeyler oluyormuş. Kralın oğlu evleniyormuş. Saray da halk da düğünü bekliyormuş. Prens de babası kadar kibirliymiş. Çok çok büyük bir şenlik istiyormuş. Bütün halk hatta bütün dünya onun düğününü görsün istiyormuş. Bütün bir yaz, bütün bir ülkede prensin düğününün telaşı varmış. Bu nedenle o yıl yağmurun azaldığını kimse fark etmemiş. Tarladaki ekinlerin bir kısmı kurumuş. Bostanlardaki sebzeler yeterli su alamadıklarından gelişememişler. Meyvelerin bir kısmı dökülmüş. Halk verimsiz bir yıl oldu diye düşünmüş. Yaşananları anlayan Saray çalışanları ise korkularından susmuşlar. Prensin düğünü de büyük kutlamalarla olmuş bitmiş.

Gel zaman git zaman, Papatyanın, okuldaki başarıları artarken ailesinin geçimi gittikçe zorlaşmış. Annesiyle babası ne kadar çok çalışırlarsa çalışsınlar sürekli azaldığı için pahalı satılan buğdaya ekmeğe, şekere, tuza daha çok para harcamak zorunda kalıyorlarmış. Bütün halkın durumu da Papatyaların durumuna benziyormuş. Bir tek kralın ailesinin ve sarayda çalışanların durumu iyiymiş. Papatya okudukça ülkesinde olanları anlıyormuş. Anladıkça daha çok okuyormuş. Öylesine başarılıymış ki adı okuldan okula, mahalleden mahalleye, şehirden şehire yayılıyormuş. Okuldaki oğlanlar artık onunla uğraşmıyorlarmış. Zaten büyümüş kocaman çocuklar olmuşlar. Artık onunla öğünüyorlar çözemedikleri matematik problemlerini ona soruyorlarmış. Papatya okuduklarından anladıklarını çevresine anlatmaya çalışıyormuş. Suyun, yağmurun önemini herkes biliyormuş ama ağaç kesilmesinin, ormanların içine evler yapılmasının yağmuru yok ettiğini anlayamıyorlarmış. Ormanlarda yaşayan hayvanların soyunun tükenmesinin çevreye ne kadar zarar verdiğini bilemiyorlarmış. Papatya böyle giderse ülkesinin çöl olacağından korkuyormuş. Kestanesi, köknarı, akağacı, akasyası, çamı meşesi, kavağı, söğüdü, ahlatı, aslanı, kaplanı, çakalı, tilkisi, ayısı, kaplumbağası, tavşanı, sincabı, kokarcası, ceylanı olmayan bir yaşamın ne kadar renksiz bir yaşam olacağını kavratamıyormuş. Kelebekleri, kuşları, arıları, kır çiçekleri olmayan bir dünya istemiyormuş. Halk, “ Biz şehirde yaşıyoruz bunlardan bize ne ?” diyormuş.

Halk söylediklerine inanmasa da Papatya’ya kızamıyormuş. Çünkü Papatya girdiği her bilgi yarışmasını kazanıyor, her soruyu biliyormuş. Papatyayı denemek için başka ülkelerden bile alimler geliyormuş. Papatya bilgisiyle onları da şaşırtıyormuş. Zengin ülkelerin alimleriymiş bunlar. Papatya’yı kendi ülkelerine götürmek istiyorlarmış. Papatya giderse anne babası da rahat edermiş. Anne babasına da para verirlermiş. Ailesi , “Biz halimizden memnunuz. Papatya gitmek isterse bir şey diyemeyiz ama kızımız bizimle kalmak isterse mutlu oluruz “ demiş. Papatya da gitmek istemiyormuş zaten.

Ülkede halkın durumu gittikçe zorlaşıyormuş. Kral bu durumu hiç fark etmiyormuş. Soytarısı ona her gün ne kadar iyi bir kral olduğunu anlatıyormuş. Saraydaki diğer görevliler de soytarı gibi davranmayı öğrenerek azarlanmaktan kurtulmuşlar. Onlar da krala ne kadar güçlü, ne kadar zarif, ne kadar yüce yürekli olduğunu söylüyorlarmış. Hiçbir şey bulamazlarsa komik fıkraları ezberleyip kralı güldürüyorlarmış. Aralarında güzel fıkra anlatma dersi alanlar bile olduğu söyleniyormuş. Soytarı bu yaptıklarına çok kızıyormuş. Kralı güldürmek onun işiymiş. İşini elinden alıyorlarmış. Onlar kendi işlerini yapmalıymışlar. Onlar kendi işlerini yapmadıklarından, kral ülkesinden istenen yeraltı kaynaklarının bir kısmını başka bir ülkeye vermiş gitmiş. Çünkü Prensesi de o ülkenin kralıyla evlendirmeyi düşünüyormuş. Ülkede yer altı kaynakları da başka ülkelere verilince okullarla hastaneler de parasızlıktan kapanmış. Sarayın okulu ve hastanesi varmış. Bu nedenle ülkedeki okulların kapanmasından kralın hiç haberi olmamış. Kimse de cesaret edip söylememiş. Okula gidemeyen çocuklar sokakta, hastalar ortalıkta kalmış.

Okulu kapanınca Papatya çok üzülmüş. Çok kızmış. Okulu açılıncaya kadar şehir şehir dolaşıp insanlara olanları anlatmaya karar vermiş. Anne babasından izin istemiş. Babası, “Gidebilirsin” demiş. Annesi, “Kendine çok dikkat et” demiş. Papatya, “Döneceğim” demiş. Papatya yola çıkmış. Papatya yürüyerek bütün şehirlere, kasabalara, köylere uğramış. Halkın bir kısmı kızmış, bir kısmı ilgilenmiş, bazıları inanmış, bazıları yüzüne bakmamış. Papatya yılmamış. Her gittiği yerde anlatmış. Su da toprak da orman da halkın malıymış. Kimse onların adına başkalarına veremezmiş. Çocuklar okumalıymış, hastalar bakılmalıymış. Papatya’yı anlayıp saygı gösteren de olmuş, köylerinden şehirlerinden kovanlar da. Papatya o kadar yer gezmiş ki herkes onu tanımış. Kızanlar da sevenler de ondan konuşur olmuşlar. O kadar çok konuşulmuş ki Papatya’nın adı sarayda bile duyulmuş. Kral Papatya’ya çok kızmış. Adamlarına,-Tez bulup saraya getirindiye emirler yağdırmış. Kralın adamları ülkenin her yerini karış karış aramışlar. Papatya’yı bir köyde bulmuşlar. Alıp saraya getirmişler. Papatya sarayı görünce gözleri kamaşmış. Bütün duvarları altındanmış. Onu hemen kralın huzuruna çıkarmışlar. Kral Papatya’ya kızmış. Papatya anlatmaya çalışmış. Kralın kızgınlığı artmış Papatya inatla anlatmayı sürdürmüş. Papatyanın korkmaması kralın hoşuna gitmiş. Ona susması karşılığında bu sarayda onlarla birlikte yaşayabileceğini söylemiş. Papatya krala, birkaç yıl sonra sular iyice kuruyup, ormanlar tümden yok olduğunda sarayının tümünü de satsa bir bardak su etmeyeceğini söylemiş. Kral Papatya’ya inanmamış ve onu saraydan kovmuş. Papatya artık yorgunmuş. Annesini babasını özlemişmiş. Mahallesine ailesine dönmüş.

Papatya gittikten sonra kral günlerce düşünmüş. Yoksul bir kız ondan daha akıllı olabilir miymiş? Yoksul bir kız nasıl bu kadar cesur olabilirmiş?

Annesiyle babası Papatya’yı özlemle kucaklamışlar. Papatya umutsuzca eve kapanmış. Annesine yardım ediyor, babasının eve getirdiği kumaş parçalarından pazarda satmak için oyuncaklar yapıyormuş. Yine de kıt kanaat geçinebiliyorlarmış. Başkalarının durumu onlardan da zormuş. Ülkede giderek yoksulluk dayanılmaz oluyor insanlar Papatya’yı anlamaya başlıyorlarmış. Kraldan ve adamlarından korktukları için Papatya doğru söylüyor diyemiyorlarmış. Kral bir gün tebdili kıyafetle halkın arasına karışmış. Papatya’nın doğru söyleyip söylemediğini merak etmiş. Saraydan çıkıp biraz uzaklaşınca ülkesini tanıyamamış. Dereleri kurumuş, evleri bakımsızlıktan viraneye dönmüş, yeşillik kalmamış bu ülke, onun ülkesi miymiş? Ya bu hırpani giysili, gözleri korkuyla bakan, suskun insanlar onun halkı mıymış? Kral neye uğradığını şaşırmış panik içinde saraya geri dönmüş. Günlerce kendine gelememiş. Ziyafetlere katılmamış. Soytarısıyla bile görüşmemiş. Kral çok üzgünmüş. Artık odasından bile çıkmıyormuş. İstediklerini alan zengin ülkeler de kralın yüzüne bakmıyorlarmış zaten. Kral uzun uzun düşünmüş. Papatya’yı dinlemeye karar vermiş. Yoksa ülkesiz bir kral olacakmış. Bu kez de tebdili kıyafetle yola koyulmuş. Sora sora Papatyaların evini bulmuş. Başkentteki herkes Papatya’yı tanıyormuş. Artık kimse Papatya’ya kızmıyormuş. Ülkenin her yanından gelip ona ne yapmaları gerektiğini soruyorlarmış. Söylediklerini saygıyla dinliyorlarmış. Papatya onlara, yaşamak için güneşin, havanın, suyun, toprağın, ağacın, hayvanın, böceğin ne kadar gerekli olduğunu anlatıyormuş. Aslında onlar da biliyorlarmış ama Papatya kadar cesur değillermiş. Kral kalabalığı yara yara Papatya’ya ulaşmış. Papatya gelenin kral olduğunu anlamış ama kimseye söylememiş. Kral halkın Papatya ile konuşmalarını dinlemiş. Ülkenin durumunun gerçekten kötü olduğunu iyice anlamış. Giysilerine büründüğü yaşlı bir adam gibi sormuş;-Ülkemiz nasıl bu hale geldi? Papatya yanıtlamış,-Siz siz olun mağrur krallardan korkun demiş,-Ya yoksulluk?diye sormuş kral,-Ormanla, toprakla, suyla uğraşan kralları izleyin diye yanıtlamış Papatya, -Kralların ne suçu var. Sarayda çalışanların uyarması gerekmez mi? diye sormuş Kral heyecanla,-Siz siz olun korkak çalışanlardan da uzak durun.demiş Papatya, -Peki ya halk? Halkın hiç suçu yok mu?diye bağırmış kral,-Kızlarına değer vermeyen halk suskun olur. Çocukları özgür olmayan toplumlardan da korkun.

Kralla Papatya’nın konuşması böyle sürmüş gitmiş. Hava kararınca kalabalık dağılmış. Papatya’nın annesiyle babası yaşlı bir adam sandıkları kralı içeriye davet etmişler. Eve girince kral onlara kimliğini açıklamış. Papatya için annesi ve babasından izin istemiş. Papatya kralla gitmeli ve ülkenin düzelmesi için ona yardım etmeliymiş. Onlar izin vermişler ama Papatya razı olmamış. Kralın Papatya’ya ihtiyacı yokmuş. Kral sarayına dönünce her sabah büyük bir aynaya bakmalıymış. Aynada kendi yüzünün yanında binlerce Papatya, Gamze, Mustafa, Melis, Emre, Kıvılcım, Ceylan, Onur, Emrah, Serap, Can gibi çocuklar görürmüş. Tüm ülkenin hatta tüm dünyanın çocuklarını görebilirmiş bu aynada. Kral eğer aynada çocukları gülerken görürse ülkenin mutlu olduğunu anlamalıymış. Ve kendisinin de iyi bir kral olduğunu. Ama çocukları üzgün görürse ülkesinin mutsuz olduğunu anlamalıymış.

Kral sarayına dönmüş. Odasına kocaman bir ayna yaptırmış. Her sabah erkenden uyanıp aynaya bakıyormuş. Papatya’nın dediği gibi çocukları görüyormuş. İlk zamanlar çocuklar gerçekten mutsuz görünüyorlarmış. Kral ülkenin her tarafını ağaçlandırmış. Meşe, çam, kavak, söğüt, çınar, gürgen diktirmiş. İnsanlar beslensin diye meyvelikler yaptırmış. Ağaçlar yağmuru çağırmışlar. Dereler azıcık da olsa çekildikleri toprağın derinliklerinden çıkmaya başlamışlar. Aynadaki çocuklar gülmeye başlamış. Okullar yeniden açılmış. Çocukların yüzü aydınlanmış. Hastaneler kapılarını açmış. Fabrikalar çalışmış. Ülkede yoksulluk kalmamış. Parklar, oyun bahçeleri düzenlenmiş. Çocuklar hem yaşamda hem aynaya yansıyan görüntülerinde gülmeye başlamışlar.

Kral akşamları yatmadan aynadaki çocukların gülen yüzüne bakıp ülkem zengin ve mutlu, ben de iyi bir kralım diye düşünüyor ve huzurla uykuya dalıyormuş.Papatya da mutlu sayılırmış. Mutlu çocukların arasında mutlu bir çocuk olarak büyüyormuş. Ama daha çok işim var diye düşünüyormuş. “Dünyadaki tüm çocukların mutlu olması için uğraşmak.”

22 Ağustos 2008 Cuma

Çocuk Sarayı Apartmanı


Dr. Fuat Umay’ın anısına saygıyla
Umut sekiz yaşında bir çocuktu. Annesiyle birlikte Ankara’da, Anıttepe Mahallesinde oturuyordu. Babası İstanbul’daydı. Ankara’da çalıştığı fabrika kapanmış, o da İstanbul’da iş bulabilmişti. Ayda bir kez ailesinin yanına geliyordu. Hem onları görüyor hem de para getiriyordu. Ama son üç aydır gelemiyordu. Para da getiremiyordu. Çünkü İstanbul’da çalıştığı fabrikada ekonomik kriz vardı. Maaşlarını iki üç ayda bir alıyorlardı.
Umut babasını çok özlüyordu. Annesi sabırlı olmasını, babasının yakında gelebileceğini söylüyordu.
Umut sabahları okula gidiyor, dönünce de yemeğini yer yemez annesiyle Kızılay’a yürüyordu. Annesinin yaptığı çörekleri, üç ayrı pastaneye götürüyorlardı. Satılanların parasını alıp dönüş yolunda da alış veriş yapıyorlardı. Annesi her para aldığında, okul harçlığının dışında Umut’a bir milyon veriyor ve istediğini almasına izin veriyordu. Umut’a da bu bir milyon lira ile istediği bir şeyi alıyordu.. Bazen çikolata istiyordu Umut’un canı, bazen oyuncak, bazen kitap.
Pastaneler, annesinin çöreklerini çok beğeniyorlardı. Daha çok getirsin istiyorlardı. Ama annesi bu kadar yapabildiğini söylüyordu. Umut da, annesi daha çok çörek yapsın istiyordu. Ona daha çok harçlık versin, istediği her şeyi alabilsin, babası İstanbul’da çalışmak zorunda kalmasın. Bunun için annesine çörek yaparken yardım etmek istiyordu. Annesi yardım etmesine izin vermiyordu. Çünkü Umut çocuktu . Çocuklar sadece oyun oynar, masal kitapları okur ve derslerine çalışırlardı.
Umut Kızılay’ı da çok seviyordu. Binalar, arabalar, insanlar, oyuncakçılar, dondurmacılar, sinemalar. Her şey, her şey çok renkli ve hareketliydi. Annesinin yanında yürürken, caddeleri, sokakları, tabelaları televizyon izler gibi zevkle izliyordu. Sirenler, kornalar bile onun için değişik seslerdi. Annesi ona, Kızılay’ı ve bu semte adını veren binasını anlatmıştı. Okulda öğretmeni de anlatmıştı. Kızılay, insanlara yardım eden bir kuruluşmuş. Umut, Kızılay’da annesinin yanında yürürken, gelip geçen tüm insanlara kendisinin de bir şeyler yapabileceğini hayal ediyordu. Çocuklara pasta polisi, çikolata çeşmeleri, dondurma ambulansı, çok katlı futbol sahaları, balon makineleri, havuzlar, ısınma evleri, bisikletler, yaşlılar için gezen hastaneler, Her köşeye salıncaklar. Kuşlar ve kediler için her sokağa tahtadan renkli renkli yuvalar. Yürüyen kaldırımlar. Bir yandan bunları hayal ediyor bir yandan annesine anlatıyordu. Annesi onu bazen “Düşcü Umut”, bazen de “Buluşcu Umut” diyerek seviyordu. Ama yolda çok hayal kurmamasını söylüyordu. Çünkü tam dört kez, Umut hayallere kapılmış yürürken, kalabalıkta annesinden uzaklaşmıştı. Annesi hemen anlamıştı ve fazla uzaklaşmasına, kalabalıkta kaybolmasına fırsat vermeden dönüp almıştı.
Bir cumartesi günü babası habersizce çıkıp geldi. Umut da, annesi de çok sevindiler. Babası da onlarla olmaktan mutluydu ama bir gün kalabilecekti. Çünkü Pazartesi iş başı yapması gerekiyordu. Fabrika krizden çıkamamıştı daha. Birlikte oldukları zamanı zevkle geçirmeye çaba gösterdiler. Annesi yemekler ve tatlılar yaptı. Babasıyla bahçede maç yaptılar. Hep birlikte yatakta boğuştular, televizyonda komedi filmi izlediler. Ve sabah babası gitti. Umut’la annesi de günlük yaşamlarına döndüler.
O öğleden sonra Umut ve annesi çörekleri pastanelere dağıtmak için Kızılay’a indiler. Umut Kızılay’a hayalinden bir de “Baba telefonları” yerleştirdi. Babası uzakta olan çocukların babalarıyla uzun uzun konuşabilecekleri, ücretsiz telefonlar. Önce Güvenpark’ın içine bir tane yerleştirdi. Olmadı bir tane de postanenin önüne koydu. O da yetmeyince her sokağın başına birer tane koydu. Umut telefonları tasarlarken bir de baktı annesi yanında yok. Annem beni nasıl olsa bulur diye düşünerek telefonları hangi renkte seçmesi gerektiğine daldı. Pembe mi? Kırmızı mı? Sarı mı olmalıydı? Annesi gelememişti daha. Bir köşeye çekilip durdu. Annesi şimdiye kadar fark etmiş, dönüp onu almış olmalıydı. Kalabalıktan uzaklaşıp çevresine baktı, annesini bir türlü göremedi. Evin yolunu biliyordu. Yürüse gidip evi bulabilirdi ama annesi Kızılay’da birbirlerini kaybettiklerinde, olduğu yerde kalıp beklemesini tembihlemişti. Umut, düşlere dalıp annesini gözden kaybettiğinde olduğu yerde bekliyor , beş dakika geçmeden annesi gelip alıyordu. Bu kez de bekliyordu ama annesi bir türlü gelmiyordu. İçinden,“Anneciğin neredesin?“ diye soruyordu Kalabalık dağıldı. Hava karardı. Dükkanlar kapandı. Umut beklemekten usandı. Üşüdü, acıktı. Polis amcalar da görünmüyordu. Onlara güvenebileceğini biliyordu. Umut korkmaya başladı. Neredeydi annesi? Umut’u neden bulamıyordu. Ağlamayacaktı. Annesinin dediği gibi o cesur bir çocuktu. -“Ne oldu çocuğum. Burada ne yapıyorsun” Fötr şapkalı, uzun, bol pardösüsünün yakasını kaldırmış bir amcaydı bunu soran Umut, adamın gözlerine baktı. Adam babasından hatta babasının ağabeyi olan Refik Amcasından bile büyüktü ama bakışları öğretmeni gibiydi. Ona anlatabilirdi. O da, anlattı. Adam başını okşayarak üzülmemesini annesini buluncaya kadar konukları olmasını söyledi. Adamın elleri sıcaktı. Başını; babası, annesi, öğretmeni gibi okşamıştı. Eğer başka türlü dokunsaydı hemen oradan koşarak uzaklaşırdı. Anaokulundaki uzman abla onlara öğretmişti. “Herhangi biri, size istemediğiniz, hoşunuza gitmeyen bir biçimde dokunursa oradan hemen uzaklaşın” demişti. Tam o sırada polis arabası gelince Umut’un içi iyice rahatladı. Gelenlerin arasındaki polis teyze, “Ne oldu Fuat Bey?“ diye sordu. Adam anlattı. Polis teyze,-“Biz de Umut adlı bir çocuğu arıyorduk” dedi. Umut heyecanla, -Ben Umut’um, annem neden gelmedi? -Umut, annen seni bulmamız için bize geldi. Çok yorulmuştu karakolda dinleniyor. Sen şimdi Fuat Amca ile git, yarın sabah gelip seni oradan alacak. -Annem beni merak eder, ben de sizinle gelsem.-Olmaz Umutcuğum . Çocuklar karakolda beklemez.Fuat Amca söze girdi,-Sana söz veriyorum anneni en geç yarın göreceksin” dedi. Polis arabasına binip yola çıktılar.. Umut’un hiç görmediği bir semtte büyük bir binanın önüne gelip durdular. Bir tane gibi görünüyordu ama birbirine bağlı üç tane bina vardı. Polis teyze ve diğer polisler onlara “Hoşcakalın” deyip gittiler. Işıl ışıl bir yerdi geldikleri. Umut binayı babaannesinin salonundaki büyük avizeye benzetti. İki kanatlı kapısının üzerinde, “ÇOCUK SARAYI APARTMANI” yazıyordu. Umut, Fuat Amcanın elinden tutup bu aydınlık binaya uzun uzun baktı. -Fuat Amca burası gerçekten çocukların sarayı mı?-Evet çocuğum. Çocuklar anne babadan ayrı kalınca üzülmesinler, mutlu olsunlar diye yaptık burayı. Binaya girdiklerinde bir abla karşıladı onları. Fuat Amca, onları tanıştırdı. Umut’a, Sabiha Abla ile gitmesini, onunla ilgileneceğini söyledi. Umut hemen yatmak istiyordu. Bir an önce sabah olsun da, annesine kavuşsun, evine dönebilsin diye. Sabiha Abla, banyo yapmasını önerdi. Umut itiraz etti. Bu sabah banyo yapmıştı. Sabiha Abla, “Ama sen bizim banyomuzu görmedin havuzlu banyo” dedi. Umut merak etmişti. Giderken depoya uğrayıp, havlu, mayo ve temiz çamaşırlar aldılar. Umut havuzu görünce gözlerine inanamadı. O güne kadar hep açık havuzlar görmüştü. Bu kapalı bir havuzdu, her yanı mermerdendi. Yüzme öğretmeni eşliğinde kızlı oğlanlı bir sürü çocuk neşeyle yüzüyorlardı. Önce banyo yaptı sonra havuza geçip yüzme öğretmeniyle ve çocuklarla tanıştı. Umut saydı, tam On yedi çocuktular. Çoğu da yaşıtıydı. Altısı kız on bir tanesi oğlan. Hepsi ona “Hoş geldin” dedi. Gizem kendisiyle yüzebileceğini söyledi. Umut Gizem’le yüzdü, Barış, İdil ve Oğuzhan ile yarış yaptı. Hep birlikte su topu oynadılar. Kahkahaları, çığlıkları mermerde yankılanıyordu. Yüzme öğretmeninin düdüğüyle birlikte tüm çocuklar “Acıktık. Acıktık” diye tempo tutarak havuzdan çıkıp soyunma odalarına koştular. Umut da çok acıkmıştı. Acaba ona da yemek var mıydı? Onları almaya gelen Sabiha Abla bu soruyu gülümseyerek karşıladı. Çocuk Sarayı Apartmanı’nda her çocuk için bol bol yemek bulunurdu. Aşçıbaşı onu özel olarak karşıladı ve yiyeceklerle dolu bir masaya götürdü. Geçen yıl babasının götürdüğü otelin lokantasına benziyordu. Ne çok yemek vardı öyle. İstediğinden alabileceğini söyledi. Diğer çocuklar da yeni olduğu için sıralarını ona verdiler. Umut annesinin uyarılarını hatırlayıp en sevdiklerinden azıcık azıcık aldı . Toplu yemeklerde başkalarını da düşünmeliydi. Tabağı dolmuştu bile. Masalara oturup, güle oynaya yediler. Umut’un uykusu gelmişti. Yatak odası nerede acaba diye düşündü. Bir yatak bulsa hemen yatacaktı. Sabiha Ablaya bakındı göremedi. Çocuklar yemeklerini iştahla yerken sinemadan, filmden, kitaplıktan, tiyatrodan konuşuyorlardı. Yemek bitimi Sabiha Abla geldi. Hepsi Aşçıbaşına, bu güzel yemekler için teşekkür edip tabaklarını çatal ve kaşıkları ile bardaklarını mutfağa taşıdılar. Umut da onlar gibi yaptı. Sabiha Abla, Umut’a hemen yatmak isteyip istemediğini sordu. Hemen yatmak istemezse sinemaya geçip film izleyebileceğini belirtti. Çocukların bir kısmı sinemaya bir kısmı bugün başlayacak olan bir oyunun gösterimine gidiyorlardı. Barış sinemaya gelmesini, Gizem tiyatroya gelmesini istiyordu. Uzağa gitmeyeceklerdi. İkisi de yan binadaydılar. Umut sinemaya gitmeyi seçti. Uzay filmlerine bayılırdı çünkü. Sinemada çok çocuk vardı. Okulundakilerden bile çok çocuk vardı. Umut hepsinin Çocuk Sarayı Apartmanı’nda kalıp kalmadığını merak etti. Barış da film başlayıncaya kadar anlattı. O kadar çocuğu, Çocuk Sarayı Apartmanı bile almazmış. Burası onlarınmış ama bütün çocukların gelebileceği bir çocuk sinemasıymış. Yalnızca çocuk filmleri oynarmış. Tiyatro da öyleymiş. Umut biraz uykulu izledi ama müthiş bir filmdi. Filmin bitiminde tekrar aynı geçitten ana binaya döndüler. Umut nerede yatacağını merak ediyordu ama uykusu o kadar çok gelmişti ki durduğu yerde bile uyuyabilirdi. Sabiha Abla, onu yatak odalarının olduğu kata çıkarmak için bekliyordu. Diğer çocuklar merdivenlere doğru koştular. Sabiha Abla onu, her yanı camlı, aynalı asansöre bindirdi. Lunapark oyuncakları gibiydi. Asansör, bir sihirbaz gösterisindeymiş gibi yükseliyordu. Umut aşağıya baktı. Çok hoşuna gitti. Gizemle Oğuzhan aşağıda el sallıyorlardı. Umut da onlara el salladı. Umut yatak odasını görünce çok beğendi. Kendi odasından bile güzeldi.. Yumuşak oyuncaklar, oyuncak desenli yatak örtüleri, balıklı gece lambaları, iki yataklı bir odaydı. Diğer yatak boştu. Sabiha Abla- Gece tek başına uyumaktan korkar mısın-Hayır korkmam Sabiha Abla yatağı açmaya başladı. Umut bunu fırsat bildi. Yatağın üzerine kendisi için konulmuş pijamaları hemencecik giyindi. Pijamalar temiz , ütülü ve yumuşacıktı. Mis kokulu yatağa girdi. Sabiha Abla eğilip başını okşadı, yanağına sıcak bir öpücük kondurdu. Umut’un gözleri yaşardı. Annesi de her gece onu böyle öperek iyi geceler, derdi. Annesini çok özlemişti. Babasını da. Sabiha Abla,-Sana masal okumamı ister misin? Diye sorduUmut gözlerine dolan yaşları göstermeden-İstemem Sabiha Abla teşekkür ederim dedi.Sabiha Abla, bir düğmeye bastı. Yumuşak bir ses masal anlatmaya başladı.-Sen uyuyunca bu ses bitecek dedi ve odadan çıktı.Umut uyudu. Rüyasında annesiyle babasını gördü. Sabah olunca Umut horoz sesiyle uyandığını sandı. Saate baktı yedi buçuk olmuştu. Annesi gelmiş miydi acaba? Okuluna bugün gidebilecek miydi? Pelin onu merak ederdi. Öğretmeni de. Hem bugün beden dersinde maç yapacaklardı. Gidemezse ondan da kalacaktı. Yine gözleri ıslanmıştı. Tam o sırada Sabiha Abla elinde bir önlükle çıkageldi.-Günaydın Umut okuluna gitmek ister misin?-Ya Annem-Annen okul dönüşü gelip seni alacak. -Neden şimdi almıyor.-Sana güzel bir sürprizi varmış ama ancak öğlene yetişirmiş. -Sabiha Abla annem gelecek değil mi?-Gelecek tatlım, gelecek ve sana güzel bir hediye getirecek. Hadi giyin de gel Umut yataktan fırlayarak kalktı. Perdeleri açtı hemen yüzünü yıkayıp pijamalarını değiştirmeliydi . Pijamalarını çıkaramıyordu, çünkü gözlerini pencereden alamıyordu. Kocaman bir bahçe uzanıyordu önünde. Sanki çimden kocaman bir halı serilmiş üzerine de güller, renk renk çiçekler öbeklenmişti. Kocaman bir havuz mavi ışıklarla selamlıyordu güneşi. Bahçenin çeşitli yerlerine yerleştirilmiş kaydıraklar, tahtaravalli ler, salıncaklar, tırmanma ipleri ve hiç görmediği bir dolu bahçe oyuncağı . Bahçenin diğer bir köşesinde inekler, koyunlar, tavuklar, tavşanlar, kazlar, ördekler, kediler köpekler dolanıyordu. Duyduğu horoz ötüşü doğruydu o zaman. Umut sabırsızlıkla kahvaltı edip önlüğünü giyip, Çocuk Sarayı Apartmanına gelen servise bindi ve okuluna gitti. Kendi servisi değildi ama okuldan arkadaşları vardı Okulu, öğretmeni, arkadaşları hepsi hepsi yerli yerindeydi. Onları görünce çok mutlu oldu. Olanları anlatınca arkadaşları inanamadılar. Sonra sınıf arkadaşlarından biri anlattı. Bebekliğinde tam üç ay kalmış. O hatırlamıyormuş. Ona da annesiyle babası anlatmış. Ama onun kaldığı Çocuk Sarayı Apartmanı başka bir şehirdeymiş. Umut derslerine girdi. Beden eğitimi dersinde maç yaptılar. Çok eğlendiler. Yine aynı servisle Çocuk Sarayı Apartmanına geri döndü. Sabiha Abla kapıda onu bekliyordu-Çabuk ol Umut . Üstünü değiştirip yemeğini ye. Annen yarım saate gelecekmiş. Umut odasına çıktı. Kendi giysileri yıkanmış, ütülenmiş yatağının üzerinde onu bekliyordu. Hemen elini yüzünü yıkadı. Elbiselerini giyindi, yemek odasına indi. Gizemler de okuldan gelmişler yemek yiyorlardı. Artık Umut da neşeliydi. Sabiha Abla gelip “ Yemekten sonra Fuat Amcanın odasına gel. Annen oradan alacak seni.” dedi. Umut yemeğini çabuk çabuk yedi. Arkadaşlarıyla, aşçı amcayla vedalaştı. Tabağını mutfağa koyup koşarak çıktı. Fuat Amcanın kapısını tıklatıp odasına girdi. Fuat Amca ,-Gel bakalım Umut dedi. Gel otur. Annen şimdi gelir. -Neredeymiş annem? Neden beni bulamamış?-Biliyorsun ya, annen seni çok aramış. Bulamayacağını anlayınca karakola gitmiş.-Ya onlar da bulamasaydı-Biz onu bulurduk-Bulunmayan çocuklara ne oluyor.-Merak etme her çocuk için bir anne baba vardır. Yeter ki biz aramayı bilelim. Onlar konuşurken Annesi odaya girdi. Umut annesine koştu. Annesinin ayak bileğini sarılı görünce korktu. Durdu.-Korkma korkmaBu ses. Çok sevdiği, çok özlediği bir sese benziyordu. Annesinin arkasında babasını görünce inanamadı. “Yaşasın. Yaşasın” diye, anne ve babasının kucağına atladı. Daha sonra oturdular ve annesi Umut’a olanları anlattı. Annesi dönüp Umut’u göremeyince geçtikleri yerlere bir daha, bir daha bakmış. Ama Umut yokmuş. Mağazalara, sokak satıcılarına sormuş. Onlar da görmediklerini söyleyince karakola koşmuş. Koşarken ayağı burkulmuş. O, yine de karakola gitmiş. Onlar Umut’u ararken annesinin ayağı balon gibi şişmiş. Polisler annesini hastaneye götürmüşler. Bu arada babasını aramışlar. Hastanedeki doktorlar annesini bütün gece gözetim altında tutmuşlar. Ayağa kalkmasına izin vermemişler. Çünkü ayağı daha çok şişermiş. Doktorlar,Umut’un Çocuk Sarayı Apartmanında olduğunu öğrenmişler. Telefon ederek annesiyle Fuat Amcayı görüştürmüşler. O sırada Umut uyuduğu için annesiyle görüşememiş. Babası da bu sabah gelmiş. İkisi buluşup, Umut’u almaya gelmişler. Ayrılırken, Annesi, babası, Umut, Fuat Amcaya ve Sabiha Ablaya teşekkür ettiler. Fuat Amca ile Sabiha Abla da Umut’u öptüler. Umut heyecanla,-Ama ben müzeyi görmedim daha .diye bağırdı. Fuat Amca gülerek , istediği zaman gelebileceğini söyledi. Umut; Çocuk sarayı Apartmanına sık sık gitti. Barış’ı, Gizem’i, İdil’i, Oğuzhan’ı görmeye gitti. Bir dolu başka arkadaş da buldu. 23 Nisan Balosuna katıldı. Yaz geldiğinde gül bahçesindeki havuza girdi. Müzesini gezdi. Kitaplığında ve bilgisayar merkezinde ders çalıştı. Sinemasına film, tiyatrosunda oyun izledi. Umut’un babası bir yıl sonra Ankara’da iş bulup temelli döndü. Annesi çörek yapıp pastanelere vermeyi sürdürdü. Pastaların parasına ihtiyaçları vardı. Çünkü aynı evde yaşamasalar da, Barış, Gizem, Oğuzhan ve İdil , Umut’un kardeşleri olmuşlardı.

BÜYÜKLERE ÖNEMLİ BİLGİ

















Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin,,çocukların anlayabileceği şekilde sadeleştirmesini, ülkemizce imzalanmasının hemen ardından, o günlerin heyecanı içinde yaptım.
Daha sonraki yıllarda metne baktığımda bazı maddelerini (5, 25, 27) tam ifade edemediğimi, bazı maddelerini (42, 43.....) ise atlamış olduğumu fark ettim. Ve 2003 yılı başında oturup yeniden gözden geçirdim.
Çocuk haklarının çocukçaya çevrilmesi ile ilgili olarak bugüne kadar sadece hukukcular ve insan hakları savunucularından, ülkemizce sözleşmenin 17.29.30.maddelerine konan çekinceleri, çekinceleri belirterek de olsa çevirmediğim için eleştiri aldım. Onlar, bir hukuksal metin olarak, sözleşmenin bütünlüğünün bozulmasına itirazları noktasında haklıydılar. Ben, çekinceyi sözcük olarak anlamayan, çekinceli maddelerin hangisi olduğunu unutan veya karıştıran çocuğun, kanunla başının derde girmesine, çocukların hayrına bir şey yapmak isterken, onların zarar görmesine neden olmaya itirazım noktasında haklıydım. Gözden geçirmede bu temel eleştiriyi dikkate aldım ancak benim kaygılarımı da gideren bir yol izledim.

Yeni çalışmada, ilk metinde etkin olan ve bir çok kez, 'BENİM HAKLARIM' adı ile basılmasına temel oluşturacak şekilde kullandığım 'ben' dilini 'biz' diline evirmeye çalıştım. Sözleşmede tanımlanan hakların, bir çocuğun değil bütün çocukların hakları olduğunu, önce çocuklar kavrasın istedim. Büyük çocuk küçüğün, avantajlı çocuk dezavantajlı çocuğun, erkek çocuk kız çocuğun kendisiyle aynı haklara sahip olduğunu bilsin istedim. Birbirlerine duyarlı olsunlar, kardeşlik, barış, adalet eşitlik ,özgürlük duygularıyla yetişsinler. Gelecekte, bugün insanlığın yaşadığı savaş, şiddet, açlık, yoksulluk, ayrımcılık gibi olumsuzluklar yaşanmasın.Yeni metinde de ilk metinde olduğu gibi, tüm çocukların tüm haklarından yararlandığını, anne babaları, yetişkinler ve görevlilerce, olumsuzluklara karşı esirgendiğini varsayan bir dil kullandım. Sevgi ve güvenin çocuklar için öneminden hareketle, dünyanın bugünkü haline karşın hayata ve bizlere güvensinler istedim.

Yeni metinde de yine 7_12 yaş gurubu çocuğu hedef aldım. Bu nedenle sözleşme metninde yer alan suistimal, suç, suç ikrarı, psikopat madde, mülteci, sömürü, işkence, kötü muamele, cinsel sömürü, fuhuş gibi sözcükleri kullanmadım.Bu sözcükleri, hem çocukların kafasını karıştırmamak hem de sözcüklerin tanımladıkları sorunların yaşanmadığı bir dünya, bir hayat idealinden hareketle kullanmadım.

Çocuklar için yaptığım en güzel şey diye düşündüğüm ve ara ara baktığımda mutlu olduğum ilk metni, ticari olmayan ve kalın çizgilerle de olsa evrensel insanlık değerlerine saygılı olduğu kanısına vardığım hangi kuruluş basmak isterse izin verdim.Sanırım böyle yapmaya da devam edeceğim.

Bir çok kez bir çok kurumu, kişiyi siteyi uyarmama rağmen çocuk haklarının çocukçası inanılmaz suistimal edildi. .Metni bozarak basanlar da oldu, kendi isimlerini yazıp yayınlayanlar da. Yine aynı nedenle izin verme kurallarımı sıkılaştırdım.

Artık yazılı iznimin dışında başka şeylere de dikkat ediyorum. Bir bütün halinde anlamlı olan metnin aynen ve tam kullanılmasını, metnin altına, telif haklarının tarafıma ait olduğunun belirtilmesini veya eser sahibi olarak adımın yazılmasını, basım için izin alan kuruluşun dışında başka bir kuruluşun adının geçmemesini ve bir örneğinin tarafıma gönderilmesini istiyor ve izliyorum.




HAKUKA





Hakuka;
Hakko ya da Hakuğa olarak da söylenir.
Bir evin duvarının dibinde, kapısının önünde kaynayan bir pınar demektir.
Siteye hakuka ismini verirken; hem çocukların hem de sayfanın; böyle küçük ama capcanlı ve büyüyebilen, akan, kendi şarkılarını neşeyle söyleyebilen bir ifadesi olsun istedim.

Ve bu küçücük gözeden çıkan suyun; engellenmezse bir çaya, oradan bir büyük nehre karışmasını, denizlere ve okyanusa kavuşmasını, her insanı her canlıyı kucaklamasını görmeyi arzu ettim.

Ve çocuğu; sadece bir birey olarak değil de akan bir su gibi, değdiği dokunduğu her şeyle ailesiyle ailesi yoksa kaldığı yuvasıyla, komşusu, mahallesi, büyükleri küçükleri, şehri, kültürü ve dünyası ile kabul ettim.

Hakuka aynı zamanda; "Hak", "Hukuk", "Adalet" sözcüklerinin kısaltılmış halini de çağrıştırıyordu.

Bu nedenle çocuk hakları odaklı bu sitenin adını Hakuka olarak seslendirdim.
Hakuka eğitim amaçlı bir site değil. Eğitimi çok başarılı yapan gruplar ve okullar var.
Hakuka'da hak savunuculuğunda da çok iddialı değilim. Çok iyi çalışan dernekler ve hayatını vakfetmiş insanlar var.
Burada daha çok; başta çocuklar olmak üzere kadınların, engellenen bireylerin, yaşlıların ve tüm insanların, derelerin, ağaçların,  hayvanların ve tüm canlıların onurlarına saygı duyan bir sayfa açmak istedim.

Çocuklara ve özellikle kız çocuklarına yönelik bir parça pozitif ayrımcılık yapmıyor değilim.
Hakuka için; yaşama ve insan olmaya küçük bir güzelleme çabası diyelim.





BENİM HAKLARIM

BENİM HAKLARIM

Madde 1) Ben çocuğum, Onsekiz yaşına kadar bir çocuk olarak vazgeçilmez haklara sahibim.
Madde 2) Bu sayfadaki haklar, bütün çocuklar içidir; beyaz çocuk, kara çocuk, kız çocuk, erkek çocuk farketmez.
Doğduğumuz yer, konuştuğumuz dil de farketmez.
Büyüklerimizin inaçlarının, görüşlerinin farklı olması yüzünden çocuklara ayrım yapılmaz.
Bu haklara sahip olmak için çocuk olmak yeterlidir.
Madde 3) Büyükler çocuklarla ilgili bütün yasalarda, bütün girişimlerde önce çocukların yararlarını düşünürler.
Büyüklerimiz bu ödevlerini yapamıyorsa devlet çocuklara bakar ve korur.

Madde 4) Bu sayfadaki haklarımın uygulanması için gereken her türlü çaba gösterilir. Haklarımdan yararlanmam bütün devletlerin güvencesi altındadır.
Madde 5) Bizi büyüten, yol gösteren büyüklere bizi daha iyi yetiştirsinler diye yardım edilir.
Madde 6) Çocukların yaşamını korumak herkesin ilk görevidir.
Yaşamak her çocuğun en temel hakkıdır.
Madde 7) Her çocuğa doğduğunda bir isim konur.
Devlet bu ismi kaydeder.
Çocuğa kimlik verir.
Artık çocuk o devlet’in vatandaşı olur.
Madde 8) Konan ismim, kazandığım vatandaşlık hakkım ve aile bağlarım korunur.
Bunları değiştirmek için baskı uygulanmaz.
Bunlar benden alınırsa bütün devletler ona karşı çıkar.
Madde 9) Çocuğu ailesinden kimse koparıp alamaz.
Ama bazen de anne baba çocuğa bakamaz durumda olabilir.
Çocuk bu durumdan zarar görebilir.
Çocuk zarar görmesin diye çocuğa başka bir bakım sağlanır.
Bu bakım sırasında çocuk anne babasıyla düzenli görüşebilir.
Madde 10) Aynı ülkelerde yaşayan anne baba ve çocukların birlikte yaşamaları için her türlü kolaylık gösterilir.
Madde 11) Çocuklar anne babalarının birlikte izni ve haberi olmadan başka ülkelere götürülemezler, oralarda bırakılamazlar.
Bunu yapanlara karşı mücadele edilir.
Madde 12) Beni ilgilendiren konularda benim de görüşlerim alınır.
Büyükler beni dinlerler.
Düşüncemi öğrenmeye özen gösterirler.
Çok küçüksem bir büyük de benim adıma konuşabilir.
Madde 13) İsteklerimi ve düşüncelerimi seçtiğim bir yolla açıklayabilirim, resmini çizebilirim ya da yazabilirim.
Ama bazı konularda başka kişiler ve toplum zarar görecekse o konudaki kurallara da uymam gerekir.
Madde 14) Biz çocukların düşüncelerini geliştirmeleri ve istedikleri dini seçmeleri hakkına saygı gösterilir.
Bu konuda bizi yetiştirmekle yükümlü olan büyüklerimizin de bize yol gösterme hakları ve görevleri vardır.
Onlara da saygı gösterilir.
Madde 15) Arkadaşlarımla barış içinde toplanabilirim.
Dernekler kurabilirim.
Kurulu derneklere üye olabilirim.
Madde 16) Çocuklar onurlu ve saygın birer insandır.
Hiç kimse onların onurlarını kıramaz, onları küçük düşüremez, yaşadığı konut ve kurumundaki özel yaşantısına karışamaz.
Bu haklarımız yasalarla konulur.
Madde 17) (Çekinceli)
Madde 18) Yetiştirilmemizden en başta anne babamızın yada onların görevini üstlenen büyüklerimiz sorumludur.
Onların bu görevlerini en iyi biçimde yapabilmeleri için her türlü kolaylık sağlanır, gerekiyorsa yardım edilir.
Madde 19) Yetişmemizden sorumlu olanlar bu haklarını çocuklara zarar verecek şekilde kullanmazlar.
Çocukların bu tür zararlara uğramaması için her türlü önlemi almak devletin görevidir.
Madde 20) Çocuklar ailelerinden yoksun kalabilirler.
Bazı aile ortamları ise çocuklar için yararlı olmayabilir.
İşte o zaman çocukların devletten özel koruma ve yardım alma hakları vardır.
Devlet bu görevini çocuk için uygun aile bularak ya da onlara bakacak kuruluşlara yerleştirerek yapar.
Madde 21) Anne babasıyla birlikte olamayacak çocukların aile yoksunluğu çekmemesi için onlara iyi aileler bulunur.
Bunun için çok dikkatli bir araştırma yapılır.
Madde 22) Çocuklar başka bir ülkeye gitmek zorunda kalırlarsa o ülke de çocukları korur. Birbirinden ayrı kalan anne ve baba birleştirilmeye çalışılır.
Madde 23) Özürlü çocuklar özel olarak korunurlar.
Kendilerine yeten saygın birer insan olmaları sağlanır.
Devlet onların bakımları, eğitimleri ve iş sahibi olmaları için gerekli kurumları oluşturur. Ailelerine her türlü yardımı yapar.
Madde 24) Sağlığım ve hastalıklardan korunmam devletin ve toplumun güvencesi altındadır. Bunun için beslenmeme, aşılarımın yapılmasına, çevrenin temizliğine dikkate edilir. Hastalanırsam tedavi edilirim.
Madde 25) Kreşler, çocuk yuvaları, yurtlar, okullar, çocuk hastaneleri çocukların haklarına uygun olarak, çocuklara daha iyi bakmak için yeniden düzenlenirler.
Madde 26) Bütün çocukların sağlıkları, eğitim hakları, beslenme ve bakımları güvence altına alınır.
Madde 27) Bana bakmakla yükümlü olanlara bana daha iyi bir yaşam sağlamaları için gerekirse giyim, barınma ve beslenme konularında yardım edilir, destek olunur.
Madde 28) Eğitimimi eksiksiz yapabilmem için desteklenir ve korunurum.
İlköğretim herkes için parasızdı, kız olsun erkek olsun her çocuk için zorunludur.
Madde 29) (Çekinceli)
Madde 30) (Çekinceli)
Madde 31) Boş zamanlarımı değerlendirmem, oynamam, eğlenmem için oyun bahçeleri çocuk klüpleri, kitaplıklar, spor okulları açılır.
Her çocuk böyle faaliyetlere özendirilir.
Bunlardan yararlanmak hepimizin hakkıdır.
Madde 32) Ben çocuğum. Büyükler gibi bir işte çalışamam.
Ben okula gider ve oynarım.
Eğer çalışmak zorunda kalırsam yapacağım iş eğitimime engel olmamalı, sağlığımı bozmamalı, bende zararlı alışkanlıklar yaratmamalıdır.
Madde 33) Çocuklar zararlı Maddelere karşı korunurlar.
Bunları üretenler ve çocuklara verenler cezalandırılırlar.
Madde 34) Bedenim bana aittir.
Beni bedensel ve ruhsal yönden örseleyecek hiçbir yaklaşıma izin verilmez.
Madde 35) Çocukları kaçırıp kötü kişilere satan, onları uygunsuz şekilde çalıştırmak isteyenlerle tüm devletler mücadele ederler. Çocukları korurlar.
Madde 36) Büyükler kendi çıkarları için çocukları kullanamazlar.
Madde 37) Hiçbir çocuk insanlık dışı yöntemlerle ya da aşağılanarak cezalandırılamaz.
Çocuklar suç işlemişse uygulanacak cezalar yaşına uygun gelişmelerini engellemeyecek ve eğitsel olmalıdır.
Madde 38) İnsanların birbirini öldürmesi kötüdür.
Savaş insanların birbirini öldürmesidir.
Çocuklar savaştan korunmalıdır.
Onbeş yaşından küçük hiçbir çocuk askere alınmaz.
Madde 39) Eğer çocuklar çeşitli nedenlerle zarar görmüşlerse bedensel ve ruhsal sağlıklarına yeniden kavuşmaları için tüm önlemler alınır. Yeniden topluma kazandırılır.
Madde 40) Çocuklar suçun ne olduğunu bilmezler.
Bilerek ve isteyerek kimseye zarar vermezler.
Suç işleyen çocuklar yeniden topluma kazandırılması için özel yasalar çıkartılır, özel kuruluşlar oluşturulur.
Madde 41) Eğer bir ülkenin yasaları bu çocuk hakları sözleşmesine uygunsa değiştirilemez. Değilse değiştirilir.
Madde 42) Çocukların haklarına ilişkin tüm bu ilkeleri hem çocuklar hem de büyükler öğrenmeli ve öğretmelidir.
Bu nedenle bu kitap “büyükçeden” “çocukçaya” çevrilmeye çalışılarak oluşurulmuştur.

"Çocuk Hakları Sözleşmesinin Çocukcası"nın tüm telif hakları Güven TUNÇ'a aittir. İzinsiz tamamı veya bir kısmı çoğaltılamaz ve yayınlanamaz.
BÜYÜKLERE ÖNEMLİ YASAL UYARI, ÇOCUKLAR, SİZ OKUMASANIZ DA OLUR, "Çocuk Haklarına Dair Sözleşme" nin Türkçesinin, çocuklarımızın anlayacağı dilde sadeleştirilmesi olan ve "Benim Haklarım" ismini verdiğim metin;www.yasasincocuklar.org adlı sitemde ve elimsende-elimsende.blogspot.com blogumda yayımlanmaktadır. Bunların dışında,hiç bir web sitesi ya da blog için iznim bulunmamaktadır. Gerektiğinde lütfen hatırlayınız guventunc@yahoo.com