HAKLARIMIZ _ RİGHTS

18 Ocak 2009 Pazar

Sevgili Şavez Amca,

Anneme sordum, sana böyle seslenebileceğimi söyledi.
Çocuk olduğum için çok kibar olmama gerek yokmuş. Ama saygılı olmalıymışım. Çünkü sen, hem yetişkin bir insanmışsın hem de bir devletin başkanıymışsın. Çocuk olmasam; sana, siz demem gerekirmiş. Sayın, Bay ya da Ekselansları diye hitap etmeliymişim.
İyi ki çocuğum, bazı sözcükleri yazmak çok zor.

Şavez Amcacığım,
Benim adım Papatya, dokuz yaşındayım. Üçüncü sınıfa gidiyorum. Sen beni tanımazsın.
Ben sana teşekkür etmek için bu mektubu yazıyorum.Sen, çok çok büyük bir iş yapmışsın.
Bu Gazze’deki çocukları öldürenler var ya? Onları ülkenden kovmuşsun.
Birleşmiş Milletler’den bile cesurmuşsun.
Hem de çok barışçıymışsın. Ancak senin gibi liderler, dünyanın kötü gitmesini engelleyebilirmiş. Savaşı durdurabilirmiş.
Annemle babam böyle konuştular. Ben duydum.
Annem, seni televizyonda izleyince, "Aferim" diyor. Babam da "Aslanım benim" diye bağırıyor.
Öğretmenim de, senin yaptıklarını beğeniyor.
Ülkendeki Musevilere; bu barbarlığı durdurmaları için çağrıda bulunmuşsun. Onları, barışı savunmaları için yüreklendirmişsin. Çoğunun savaşı istemediğini biliyormuşsun. Savaş; İsrail’deki hükümetin suçuymuş. Yahudilerin değilmiş. Müslümanların Yahudilerle, Yahudilerin, Hıristiyanlarla, Buda’ya inananların, bir şeye inanmayanlarla bir sorunu yokmuş.
Savaş isteyen kötü kişiler; dini, bahane ederlermiş, milleti bahane ederlermiş. Oysa bütün insanlar kardeşmiş. Renkli, farklı, tatlı kardeşlermiş. Öğretmenimin diğer söylediklerini tam anlamasam da, hepimizin kardeş olduğunu biliyorum.


Şavez Amca,
Biz çocuk olsak da, dünyada neler olduğunu biliyoruz. Evlerimizde, televizyondaki haberleri izlememize izin vermeseler de biliyoruz. İsrail’in, Gazze şehrine savaş açtığını biliyoruz. Çocukları öldürdüğünü biliyoruz. Annelerle babaları öldürüp, çocukları annesiz babasız bıraktığını da biliyoruz.

Gazze’de herkesin gözleri kocaman kocaman. Boş boş bakıyor. Herkesin gözleri ıslak . Ağlamıyorlar ama, ıslak ve kocaman bakıyorlar. Belgesellerdeki, tuzağa düşmüş aslanlar gibi bakıyorlar. İsrail’in kendi askerleri de, bazen böyle bakıyor. İnsanlar da aslanlar da böyle bakmasın. İyi değil. Çocuğuz ama anlıyoruz. İnsanları böyle baktırdığı için de, İsrail’e çok kızıyoruz. Hem de çok kızıyoruz.

Öğretmenimiz bize iki çocuğun öyküsünü anlattı.
Hollanda’daki Anne Frank ile Japon çocuk Sadako Sasaki’yi anlattı. Onlar da savaşta öldürülen çocuklardı. Anne diye yazılıyor ama Ann diye okunuyor. İşte o Ann, Naziler yüzünden ölmüş. Dünyanın başka tarafında yiyecekler çöpe atılırken, açlık içinde beklemelerini anlamıyormuş. Ben de anlamıyorum Savez Amca. Sadako ise, Amerika’nın Hiroşima’ya attığı bombadan hastalanmış ve ölmüş. Sadako, kağıttan bin tane turna kuşu yaparsa kurtulacağına inanmış ama bu bomba, çocuklara o kadar zarar veriyormuş ki, bin tane turna yapamadan ölmüş. Dünyadan bir çok çocuk, kağıttan bir çok turna kuşu yapıp göndermişler. O turna kuşları bir müzede duruyormuş.

Şimdi de İsrail’i yönetenler; Filistin’li çocuklardan, Hamide İbrahim Musabbih’i, Muhammed El Atsal’ı, Ebud’ı, Abdülsettar’ı bombalarla yakarak, parçalayarak öldürüyor. Irak'ta da Amerika yüzünden çocuklar ölüyor. Biz biliyoruz Şavez Amca. Çocuğuz ama biliyoruz. Çok üzülüyoruz.

İsrail halkından da, savaşa üzülen çokmuş. Bazı pilotlar, çocukların üzerine bomba atmayı reddediyorlarmış. İsrail’de yaşayanların bazıları, ama sayıları bayağı çokmuş, savaş olmasın diye gösteriler, yürüyüşler yapıyorlarmış. Savez Amca bizim ülkemizde de çok yürüyüş yapıldı biliyor musun? Annemle babam da gitti. İsrail’li Yonit Levy teyze, haber sunarken yapılanları eleştiriyormuş. Dünyada bazı sanatçılar, doktorlar, futbolcular da bu savaşa karşı olmuşlar. Öğretmenimiz bize bunları anlattı. O da, çok üzülüyormuş. Son zamanlarda dünyada olanlardan endişe ediyormuş ama bize çok güveniyormuş. Her insanın eşit olduğunu bilir ve barışa inanırsak, biz büyük olduğumuzda savaşlar olmazmış.

Annem; öğretmenler doğru söyle diyor.
Şavez Amca, biz öğretmenimizi çok seviyoruz. Ona çok inanıyoruz.
Ama artık dünyada, piyangoya barıştan daha çok inanıyor insanlar.
Piyangoya daha çok para harcıyorlar.
Sen barışa, piyangodan daha çok inandığın için, sana çok teşekkür ederim.
Gazze'li çocuklar için önemli bir şey yaptığın için teşekkür ederim.
Irak'da savaşa karşı çıktığın için teşekkür ederim.
Kendi ülkendeki çocukların istedikleri oyuncağı, şekerlemeyi almaları için çalıştığın için teşekkür ederim. Annelerine babalarına iş sağladığın için teşekkür ederim.

Şavez Amcacığım,
Sana çok teşekkür ederim hem de ellerinden öperim.
Ellerinden öpmek sizde yokmuş.
Biz, bazen büyüklerimizin ellerinden öpüyoruz.
Annem o eskidendi diyor ama, babaannem bunu mutlaka yazmamı, yani ellerinden öpmemi istedi.

Şavez Amca,
Mektubum kısa olduysa özür dilerim.
Bilmelisin ki, hiç bu kadar uzun bir yazı yazmamıştım.
Sana çok çok teşekkür ederim.

Ben Papatya.
Türkiye’den bir çocuk.

6 Ocak 2009 Salı

TEYZE, AMCA; BİZİM BELEDİYE BAŞKANIMIZ OLUR MUSUN ?


Teryzeciğim, amcacığım; bizim belediye başkanımız olur musunuz?
Bizim başkanımız olsanız, güzel ve güvenlikli bir şehir oluştursanız.


Ben okuluma giderken, "Ohh" diye bağırsam.
Annemle, caddede yürürken, "Bizim kentimizde her yer, ne kadar güzel" diye mırıldansam.
Dedemle parka gittiğimizde, " Çok mutluyum" diye kıkırdasam.
Nenemle, parkın yanındaki alanda spor yaparken,
"Keşke dünyadaki tüm çocuklar da gelip burada yaşayabilseler" diye dilekte bulunsam.
Ablamla mahallemizdeki kitaplıktan kitap alıp dönerken, barış şarkıları söylesem.Annemle babam işten gelince, birlikte şehir merkezindeki konsere giderken "Yaşasın, yaşasın, yaşasın" diye coşsam.



Hep güvenlikte olsam.
Herkes, ama herkes güvenlikte olsa.
Bir yer; herkes güvende yaşarsa şehir olur değil mi?
Şehirde yaşayanların en temel hakkıdır güvenlik.
Bir yer; çocukların, arkadaşlarının, annelerinin, babalarının, öğretmenlerinin, dedelerinin, nenelerinin, komşularının, kardeşlerinin, çomarın, mırnavın, cikcikin yuvası olursa, şehir olur.
Siz başkanımız olsanız; her yer, herkes için güvenli olsa.
Siz, herkesin başkanı olsanız.
Herkes sizi tanımasa bile, siz herkesi tanısanız. Sorunlarıyla ilgilenseniz.


Soluduğumuz havayı,
içtiğimiz suyu,
toprağımızı,
çevremizi,
parklarımızı,
sokaklarımızı temiz tutsanız.





Trafiği insanlara göre düzenleseniz.
Karşıdan karşıya korkmadan ve koşmadan geçebilsem.
Üst geçitlere tırmanmak zorunda kalmasam.
Alt geçitlere inmek zorunda kalmasam.
Bunların benim hakkım olduğunu bilseniz.
Arabalar kaldırımlara park etmese.
Yürüme yollarımız engellenmese.


Biz çocuklar okuduklarımızdan çok gördüklerimizden, yaşadıklarımızdan etkileniriz. Tarihi binaları kullanarak tarihi öğrensek. Müzeleri gezsek ama tarihi binaları; tiyatro, sinema, kitaplık, hastane, gar olarak kullanarak ve saygı duyarak öğrensek.


Herkes tiyatro izleyebilse, tiyatroda oynayabilse. Herkes sergi izleyebilse, resim, heykel yapabilse. Herkes okuyabilse, yazabilse. Herkes bir işle uğraşabilse.


Annelerin, komşu teyzelerin, nenelerin evde ürettikleri örgüler, danteller için fuarlar, festivaller düzenlense. İşlerini geliştirmeleri için desteklense. İşleri büyüse. Bizlere hizmet vermek için siyasetle uğraşmaları engellenmese, desteklense. Mutlu olsalar. Şehrimizi de dünyayı da çiçek gibi yapsalar.


Görme, işitme, yürüme, düşünme engeli olan çocuklar için eğitim, dans, müzik, diğer sanat dallarıyla ilgili çalışmalar yapılsa. Yeteneklerini kullanarak para kazanmaları sağlansa. Sanattaki , bilimdeki başarılarıyla gururlanılsa.


Şehir merkezlerindeki meydanlar; hakkımız olduğu gibi; çocukların oynaması, yaşlıların dinlenmesi, gençlerin eğlenmesi, kadınların gezmesi için kullanılsa. Meydanlar, sanatsal heykellerle, palyaço gösterileriyle, sergi, sinema ve tiyatro salonlarıyla zenginleştirilse.
Her çocuğun annesiyle babasına gelir sağlayacak işler oluşturulsa.


Şehrin her tarafına, parklara, refüjlere, uygun kaldırımlara, koruluklara bizim de sulayarak, çapalayarak bakabileceğimiz meyve ağaçları dikilse.
Ama meyveleri sadece çocuklar yese.
Şaka yaptım. Meyveleri herkesin olsun.
Sonra bu ağaçlara kuş barınakları yapsak.


Teyze, amca bizim belediye başkanımız olsanız.
Vermek zorunda olduğunuz hizmetlere "yardım" demeseniz.
Bunların zaten bizim hakkımız olduğunu bilseniz.
Kentli haklarını, yaya haklarını, insan haklarını bilseniz.
Birlikte güzel bir hayat oluştursak.


Yazıyı izinsiz kullanmayınız
Not: 1; Bu yazı; Kentli Hakları ile Yaya Hakları metinlerinin maddelerinden oluştu
Not: 2: Fotoğraflarını kullandığım; Metin Yurdanur'un Ankara, Yüksel caddesi'nde yer alan "İnsan Hakları Heykeli" adını verdiği çok güzel bir eseridir.

http://www.hakuka.org/kentli-haklarinin-cocukcasi/
http://www.hakuka.org/yaya-haklarinin-cocukcasi/


ÇAN TİYATROSU - TÜRKİYE'NİN YAŞAYAN EN ESKİ ÖZEL ÇOCUK VE GENÇLİK TİYATROSU

Çan Tiyatrosu Ankara'da.

14 Nisan 1984 yılında kurulmuş.
25 yıl önce anne ve babaları tarafından tiyatroya getirilen minikler büyümüş. Onlar anne baba olmuş. Şimdi onlar çocuklarını aynı tiyatroya oyun izlemeye getiriyorlar. Ne güzel şey.

Çan Tiyatrosu bu güne kadar üç bin kez perde açmış. Yani üç bin kez oyunlarıyla seyirci önüne çıkmış. Oyun sergilemiş. Alkış almış.

Bu oyunları 250.000 kişi izlemiş.

Bugüne kadar kırk dokuz çocuk oyunu, dokuz gençlik oyunu sergilemiş. Çeşitli televizyon kanal ve programlarında ise 387 gösteriyi gerçekleştirmiş.

Bu 25 yılda bir de tiyatro sanatına bir çok yazar, yönetmen ve oyuncu kazandırmış.

Çocuk tiyatrosu alanında bir okul gibi olmuş.

İşte size bu yıl oynadıkları "BARIŞ AĞACI" adlı oyunun özeti

"Geçmiş zamanın birinde birbirleriyle pek geçinemeyen; Saldıristan ve Yangelistan isimli iki ülke vardır. Adından da anlaşılacağı üzere Saldıristan sürekli komşu ülkelere saldırmaktadır. Yangelistan Kralı ise keyfine düşkün ve saldırılar karşısında umarsız bir tavır sergileyen bir kişiliktedir. Ancak her iki ülkenin de halkları savaşlardan bıkmışlardır giderek ülkelerini terk etmeye başlarlar. Bir gün bir gezginin gelip “Barış Ağacı” tohumu dikmesiyle her şey değişmeye başlar. Ağaç yeşermesin diye Saldırıstan her türlü yolu denese de; Barış ağacı büyür ve dünyaya barış gelir"


Çan Tiyatrosu perdesini ilk kez; "Sokak Kedisi Marilu" oyunu ile açmış.

Bugüne kadar; Uazaydan Geliyorum, Kavgacı Öküzler, Sihirli Giysi, Dağdaki Dev, Gülmeyen Prenses, Do-re-mi Devleti, mağara Devri gibi bir çok oyunu yazmışlar ve gösterimini yapmışlar.


Şimdi ; Akıllı farenin Oyunu, Bilgiç ile Üşengeç, Çıtır ile Pıtır, Sakar Kahraman Şakir oyunları ile perde açıyorlar.



Tiyatronun kurucularından Celal Kızıldağ ile Kenan Halis Kızıldağ'a çocuk tiyatrosuna katkılarından dolayı çok çok teşekkürle.

Alkışla.

3 Ocak 2009 Cumartesi

GÖKKUŞAĞININ ÖYKÜSÜ


"YEDİ RENK YEDİ DİLEK"

Bir varmış bir yokmuş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, dünyanın en güzel yerlerinden birinde, Lori adlı bir çocuk yaşarmış.
Lori çok akıllı, çok iyi bir çocukmuş. Hem de çok cesurmuş. Ama bazı olaylar karşısında ne yapacağını bilemezmiş. Kafası karışırmış. Olmayacak şeyler istermiş.
Onun bu istekleri, çoğunlukla gerçek olurmuş.
Çünkü, onun dileklerini gerçekleştiren perileri varmış.
İyilik perileriymiş bunlar. Lori'nin içten, yürekten dilediklerini yerine getirirlermiş. Aslında bütün insanlar için böyleymiş. Her insanın yedi dilek hakkı varmış.

Lori'nin ailesinin bahçeli bir evi varmış. Lori bahçede koşar oynarmış.
Bahçede çok güzel çiçekler varmış.
Bir gün yan tarafdaki eve bir aile taşınmış.
Onlar da, bahçelerine bakmaya çalışmış, çiçekler ekmeye başlamışlar.
Onlarınki farklı çiçeklermiş. Lori'lerin bahçesindekiler gülmüş, onların da karanfilmiş.
Bu karanfiller hem çok güzelmiş hem de nefis kokuluymuş. Bahçenin önünden geçenlerin bu güzel kokudan başı dönermiş. Öve öve bitiremezlermiş.
Lori bunu çok kıskanmış.
Kimsenin çiçekleri olmasın demiş.
Dünyadaki bütün çiçekler solmuş. Karanfiller, nergizler, papatyalar, kasımpatları, çiğdemler, şebboylar, orkideler, laleler, menekşeler, nilüferler, sümbüller, gelincikler tüm güzelliklerini, mis kokularını alıp gitmişler.
Dünya renksiz, neşesiz bir yere dönmüş.

Lori uzun bir zaman sonra, yaptığını anlayınca üzülmüş ve tüm çiçeklerin dünyaya gelmesi için dilekte bulunmuş. Neyse ki bu dileği kabul olmuş. Yoksa dünya, çiçekler olmadan nasıl güzel bir dünya olabilirmiş ki?

Lori, yan bahçedeki karanfillerin ne kadar güzel koktuğunu fark etmiş. Bahçeye bu çiçekleri ekenlere içinden teşekkür etmiş. Bu güzel çiçekleri ekip, kendi bahçelerini de bu kadar güzel kokuttukları için çok teşekkür etmiş.

Lorinin çok güzel bir kedisi varmış.
Lori kedisini çok severmiş. Okuldan gelince birlikte oynarlarmış. Kedinin adı Nazlı'ymış. Cins bir kediymiş. Mahalleden bir çocuğun köpeği, Nazlı'yı her sokağa çıktığında kovalıyormuş. Nazlı, bir ağacın en tepesine tırmanarak kendini zor kurtarıyormuş. Uzun süre ağaçtan inemiyormuş. Ve gün akşam oluncaya kadar Nazlı eve dönemiyormuş.
Lori Bu işe çok kızıyormuş.
Kendisi de o köpekten korkuyormuş biraz zaten.
Tatile gittikleri kıyı kasabasındaki ineklerden, eşeklerden de korkarmış Lori. Ona zarar vereceklerini sanırmış.
Televizyonda gördüğü, yılanlardan, aslanlardan, kaplanlardan da hoşlanmazmış. Her an bir yerden çıkıp, saldıracaklar diye korkarmış. Onların artık çok az kaldıklarını bilmezmiş. Çok uzakta olduklarını bilmezmiş.
Bir gün kedisiyle bahçede oynarken bir havlama sesi duyulmuş. Nazlı yine kaçmış. Lori çok kızmış. Kedilerden başka tüm hayvanların yok olmasını istemiş.
Önce bahçedeki kuşlar gitmiş. Sabahları neşeyle cıvıldaşan kuşların gitmesi Lori'yi çok üzmüş ama bu sadece bir başlangıçmış.
Sonra süt, yoğurt, peynir, yumurta gibi yiyecekler eksilmiş.
Çünkü ineklerle birlikte, keçiler, koyunlar, kuzular, tavuk ve horozlar da kaybolmuş.
Yılanların zehrinden yapılan ilaçlar yok olmuş.
Kurbağaların vıraklaması kesilmiş.
Solucanlar olmadığı için toprak havalanmamış.
Arılar olmadığı için meyveler, sebzeler üreyememiş.
Kelebekler yok olmuş.
Lori ne yaptığını anlamış. Dileğini hemen geri almış.
Dünyanın bir cennet olduğunu o zaman anlamış. Artık o köpekten korkmamaya başlamış. Yanyana geldiklerinde başını okşamaya başlamış. Onunla da arkadaş olmuş. Kedilerle köpeklerin hırlaşmasının bir oyun olduğunu öğrenmiş.


Aradan günler geçmiş.
Lori bir gün karanlıktan çok korkmuş.
Gece olmasın demiş.
Periler bu isteğini hemen yerine getirmişler.
O günden sonra gece olmamış, güneş batmamış.
Günle gece birbirine karışmış. Kimse uyuyamamış. Dinlenememiş. Dinlenemediğinden çalışamamış, üretememiş. Yıldızlar kaybolmuş. Ay dedeyi göremez olmuş. Güneş yorulmuş.
Lori, yine yanlış yaptığını anlamış. Perilerini çağırmış. Onlardan yardım istemiş. Durumu düzeltmiş. Lori, annesinden de yardım istemiş ve odasına gece lambası takılmış. Böylelikle karanlıktan korkmamayı öğrenmiş.

Lori uzun bir süre hiç bir şeyden rahatsız olmadan yaşamış.
Ama bir gün babası başka bir çocuğun başını okşayınca çok üzülmüş. Babası o çocuğu kendinden daha çok seviyor diye düşünmüş. Çünkü çocuk, onların okuldaymış ve okulun birincisiymiş. Lori'nin de dersleri iyiymiş ama birinci de değilmiş yani. Sınıf arkadaşları da, o çocuğu Lori'den çok seviyorlarmış. Lori hepsine birden çok kızmış. İstemiş ki dünyadaki tek çocuk olsun. Büyükler bir tek onu sevsin. En başarılı o olsun. Bütün çocukların yok olmasını dilemiş. Periler; iyi düşünüp doğru karar vermesini istemişler. Çok dikkatli olmalıymış. Ama Lori kararını vermişmiş. Periler ona acıyarak bakıp "Peki" demişler.
Bütün çocuklar şen kahkahaları ile yok olmuşlar. Dünyayı bir ıssızlık kaplamış. Bütün yetişkin insanlarda bir umutsuzluk, keder oluşmuş. İnsanlık geleceğe yönelik beklentisini yitirmiş. Umut kaybolmuş. Kimse işe gitmek istememiş, çalışmak istememiş, gülmek istememiş. Kimse ağaç dikmek istememiş, hayvanları beslemek istememiş. Okullar kapanmış. Sanki hayat durmuş. Kimse Lori ile ilgilenmemiş.

Lori bu sefer yaptığından çok korkmuş. Hemen değiştirmek istemiş. Hemen, hemen. Çok acelesi varmış. O arkadaşlarını istiyormuş. Onlarla sokaklarda, okulda bahçede oynamak istiyormuş. Bu nedenle hemen dileğini söylemiş.
Ama.
Ama her insanın yedi dilek hakkı varmış.
Ve Lori bu dilek hakkının hepsini kullanmış.
Lori ne yapacağını şaşırmış. Çaresizce ağlamaya başlamış.
Perileri ona yardım edemiyormuş.
Onların elinden gelen bir şey yokmuş.
Lori çok pişmanmış. Çok üzgünmüş.
Günlerce dilekte bulunmuş.

Neyse ki periler perisi, onun bu pişmanlığını görmüş. Yanına gelmiş. "Bir daha hiç bir canlıyı yok etmek için dilekte bulunmamak " için söz verdiği için ona bir şans daha vermiş.

Lori de, şimdiye kadar dilekte bulunduğu şeylerin çok akıllıca olmadığını anladığı için periler perisine hak vermiş.

Artık bütün çocuklar onun kardeşiymiş.
Tüm arkadaşlarıyla mutlu mesut bir çocukluk geçirmiş.

Ne zaman yağmur yağıp gökkuşağı ortaya çıksa, oradaki renklerin bir tanesinin bile ne kadar değerli olduğunu anlıyormuş.

Renklerden bir tanesinin yok olmasının bile, dünyayı ne kadar çirkinleştireceğini biliyormuş.

Her insana verilen yedi dilek hakkının, gökkuşağının yedi rengi kadar güzel kullanılması gerektiğini kavrıyormuş.

2 Ocak 2009 Cuma

MASAL GİBİ BİR YILBAŞI VE BAYRAM KUTLAMASI


Size; bundan altmış yetmiş yıl önce, Anadolu'da küçük bir köyde kutlanan, bir yılbaşını anlatmak istiyorum.

Gelenek olarak; sadece erkek çocukların oynadığı bir oyun gibi kutlanırmış.
Köydeki sekiz on yaşındaki çocuklar gündüzden toplanırmış.
Küçük bir köy olduğu için de, en çok yedi sekiz çocuk olurlarmış.
O köyde ve çevre köylerde, su kabakları kesilerek geniş taslar haline getirilirmiş. Bu taslara, "tolik" adı verilirmiş. Toliklere, tuz, bakliyat, sarımsak, yumurta gibi yiyecekler konur ve saklanırmış. Çok sağlıklı kaplarmış.
Yılbaşı günü toplanan bu çocuklar, bir toliği, ucuna yakın bir yerinden deler ip bağlarlarmış. Öyle yaparlarmış ki, uzun iplerle kuyulara uzatılan kovaya benzetirlermiş.
O civar köylerde evler, geniş geniş yapılırmış.
Evin bir yanı bir katlıyken, diğer yanı iki ya da üç katlı olabiliyormuş.
Çocuklar, daha çok kışın oturulan birinci katların damına (çatısına) çıkaralarmış. Bacadan tolik sarkıtırlarmış.
O gün çocukların bacadan tolik sarkıtacağını bilen ev halkı, "tak tak" sesini duyunca hemen ocağın yanına gidip, ateşe çok yaklaşmadan toliği kaparlarmış.
Tolik, su kabağından yapıldığı için ateşe düşerse yanarmış.
Yılbaşı kutlanan kış günü de evler ısınsın diye, ocaklar harıl harıl yanarmış.
Toliği alan evdeki insanlar, içine bulgur, yağ, bastık (pestil) ceviz koyarlarmiş. Sonra bacaya doğru "Çek" diye bağırırlarmış.
Damda bekleyen çocuklar bu sesi duyunca hemen çekerlermiş.
Çocuklar; bütün bir gün bütün köyü böyle dolaşırlarmış.
Her ev, onlara en güzel malzemeleri verirmiş.
Aslında bütün köyün katıldığı bir oyun olurmuş.
Malzemelerini toplayan çocuklar, yılbaşında onlar için ayrılmış bir evde toplanır bulgur pilavı pişirir ve yerlermiş.
Eğlencelik olarak da pestille cevizi yerler, biraz da oyun oynayıp evlerine dağılırlarmış.

Aradan bir otuz yıl geçer.
O çocuk büyür.
Benim babam olur.
Ben on yaşlarındayken bir bayramda onun köyüne gideriz.
Sabah köyün bütün kız ve erkek çocukları toplanır.
Köydeki bütün kapıları çalarız.
Bütün kapılar bize neşeyle açılır.
Her evde bize sütlaç yedirirler.
Torbalarımıza şeker, leblebi, ceviz, badem doldururlar.
Bazıları mendil verir.
Biz de neşeyle koşup, oynayarak bu geziyi tamamlarız.
Çok şeker ve sütlaç yemekten biraz midemiz bozulur ama yarın oyun bizi beklediğinden büyüklere çaktırmayız.