ülkenin birinde bir kral varmış. Kral ülkesini severmiş ama başka ülkeleri daha çok severmiş. Kendi halkından çok, zengin ülkelerin kralları onu sevsin istermiş. Bu yüzden de ne isterlerse yaparmış, ne isterlerse verirmiş. Su kaynaklarını o ülkelere verirmiş, ormandaki ağaçları verirmiş, toprakları verirmiş. Ülkedeki insanların bazıları bu duruma çok üzülüyormuş. Çünkü halk giderek yoksullaşıyormuş, ülkedeki kaynaklar elden gidiyormuş. Ne yaparlarsa yapsınlar bu durumu krala anlatamıyorlarmış. Anlatsalar da dinlemezmiş.
Kral çok kibirliymiş. Kendi sesinden başka sese, kendi yüzünden başka yüze, kendi fikrinden başka fikre değer vermezmiş. Mağrurmuş. Her şeyin hakimi olarak kendini görürmüş. Herkesi azarlarmış. Sarayın alimleri, veziri, kumandanları, yardımcıları kralla görüşmek zorunda kaldıklarında çekinirlermiş. En gerekli şeyleri bile söyleyemeden odadan atılırlarmış. Böylece ülkenin sorunları biriktikçe birikirmiş. Sarayda çalışan yardımcıları halkın yaşadıkları sorunları bilir, ülkeyi bekleyen tehlikeleri görür ama korkularından bir şey söyleyemezlermiş. Kral bir tek soytarıyı severmiş. Çünkü soytarı krala, duymak istediklerini söylermiş. Dünyanın en iyi kralı olduğuna inandırırmış.
O ülkede, bir de Papatya adlı bir kız yaşarmış. Papatya yoksul ailesiyle, başkentin kenar mahallelerinden birinde otururmuş. Babası bir terzihanede kalfa, annesi de ev kadınıymış. Papatya ailenin tek çocuğuymuş. Babası kızını çok severmiş ama , “Bir oğlum olsaydı da okusaydı, bizi bu yoksulluktan kurtarsaydı” diye yakınırmış. O zamanlarda yoksulluğu yenmenin iki yolu varmış. Ya çocuklarının eğitim almasını sağlayacaklarmış ya da başkalarının haklarını ellerinden alacaklarmış. Papatya’nın babası onurlu bir insanmış. Başkalarının hakkı olan bir kuruş paraya bile dönüp bakmazmış. Papatya da okula gitmeyi çok istiyormuş ama o ülkede yoksul aileler kız çocuklarını okutamıyorlarmış. ral kızını daha iyi eğitim alsın diye başka ülkelere yollarken halk çocuklarını okula bile gönderemez olmuş.
Bir gün, Papatya’nın babasının çalıştığı terzihaneye, bir öğretmen elbise diktirmeye gelmiş. Papatya’nın babasına, kızını okutmasını söylemiş. Okulda kız çocuk erkek çocuk fark etmezmiş. Oğlanı okula gönderebilen, kızı da gönderebilirmiş. Babası öğretmene inanmış. Papatya, o mahallede okula giden ilk kız olmuş.
Papatya okula gittiği için çok mutluymuş. Artık okuyabilecek, yazabilecekmiş. Dünyada neler olduğunu öğrenebilecekmiş. Ama o kadar zormuş ki okula gidebilmek. Ailesi Papatya için önlük, çanta ders kitapları, kalem, defter almak için yiyeceklerini azaltmak zorunda kalmışlar. Babası daha çok çalışıyor ama daha az yakıt alabiliyorlarmış. Annesi başkalarının çamaşırlarını yıkıyormuş. Papatya anne ve babasının onu okula yollamak için çektikleri zorlukları görünce çok üzülüyormuş.
Okulda da yaşamı kolay değilmiş. Sınıftaki oğlanlar saçını çekiyor, kalemini saklıyor, defterlerini karıştırıyorlarmış. Papatya bazen bu duruma dayanamayıp ağlıyormuş. Böyle zamanlarda annesiyle babası ona , üzülmemesini, sadece derslerine çalışmasını söylüyorlarmış.
Papatyanın yaşamında bunlar olurken ülkede başka şeyler oluyormuş. Kralın oğlu evleniyormuş. Saray da halk da düğünü bekliyormuş. Prens de babası kadar kibirliymiş. Çok çok büyük bir şenlik istiyormuş. Bütün halk hatta bütün dünya onun düğününü görsün istiyormuş. Bütün bir yaz, bütün bir ülkede prensin düğününün telaşı varmış. Bu nedenle o yıl yağmurun azaldığını kimse fark etmemiş. Tarladaki ekinlerin bir kısmı kurumuş. Bostanlardaki sebzeler yeterli su alamadıklarından gelişememişler. Meyvelerin bir kısmı dökülmüş. Halk verimsiz bir yıl oldu diye düşünmüş. Yaşananları anlayan Saray çalışanları ise korkularından susmuşlar. Prensin düğünü de büyük kutlamalarla olmuş bitmiş.
Gel zaman git zaman, Papatyanın, okuldaki başarıları artarken ailesinin geçimi gittikçe zorlaşmış. Annesiyle babası ne kadar çok çalışırlarsa çalışsınlar sürekli azaldığı için pahalı satılan buğdaya ekmeğe, şekere, tuza daha çok para harcamak zorunda kalıyorlarmış. Bütün halkın durumu da Papatyaların durumuna benziyormuş. Bir tek kralın ailesinin ve sarayda çalışanların durumu iyiymiş. Papatya okudukça ülkesinde olanları anlıyormuş. Anladıkça daha çok okuyormuş. Öylesine başarılıymış ki adı okuldan okula, mahalleden mahalleye, şehirden şehire yayılıyormuş. Okuldaki oğlanlar artık onunla uğraşmıyorlarmış. Zaten büyümüş kocaman çocuklar olmuşlar. Artık onunla öğünüyorlar çözemedikleri matematik problemlerini ona soruyorlarmış. Papatya okuduklarından anladıklarını çevresine anlatmaya çalışıyormuş. Suyun, yağmurun önemini herkes biliyormuş ama ağaç kesilmesinin, ormanların içine evler yapılmasının yağmuru yok ettiğini anlayamıyorlarmış. Ormanlarda yaşayan hayvanların soyunun tükenmesinin çevreye ne kadar zarar verdiğini bilemiyorlarmış. Papatya böyle giderse ülkesinin çöl olacağından korkuyormuş. Kestanesi, köknarı, akağacı, akasyası, çamı meşesi, kavağı, söğüdü, ahlatı, aslanı, kaplanı, çakalı, tilkisi, ayısı, kaplumbağası, tavşanı, sincabı, kokarcası, ceylanı olmayan bir yaşamın ne kadar renksiz bir yaşam olacağını kavratamıyormuş. Kelebekleri, kuşları, arıları, kır çiçekleri olmayan bir dünya istemiyormuş. Halk, “ Biz şehirde yaşıyoruz bunlardan bize ne ?” diyormuş.
Halk söylediklerine inanmasa da Papatya’ya kızamıyormuş. Çünkü Papatya girdiği her bilgi yarışmasını kazanıyor, her soruyu biliyormuş. Papatyayı denemek için başka ülkelerden bile alimler geliyormuş. Papatya bilgisiyle onları da şaşırtıyormuş. Zengin ülkelerin alimleriymiş bunlar. Papatya’yı kendi ülkelerine götürmek istiyorlarmış. Papatya giderse anne babası da rahat edermiş. Anne babasına da para verirlermiş. Ailesi , “Biz halimizden memnunuz. Papatya gitmek isterse bir şey diyemeyiz ama kızımız bizimle kalmak isterse mutlu oluruz “ demiş. Papatya da gitmek istemiyormuş zaten.
Ülkede halkın durumu gittikçe zorlaşıyormuş. Kral bu durumu hiç fark etmiyormuş. Soytarısı ona her gün ne kadar iyi bir kral olduğunu anlatıyormuş. Saraydaki diğer görevliler de soytarı gibi davranmayı öğrenerek azarlanmaktan kurtulmuşlar. Onlar da krala ne kadar güçlü, ne kadar zarif, ne kadar yüce yürekli olduğunu söylüyorlarmış. Hiçbir şey bulamazlarsa komik fıkraları ezberleyip kralı güldürüyorlarmış. Aralarında güzel fıkra anlatma dersi alanlar bile olduğu söyleniyormuş. Soytarı bu yaptıklarına çok kızıyormuş. Kralı güldürmek onun işiymiş. İşini elinden alıyorlarmış. Onlar kendi işlerini yapmalıymışlar. Onlar kendi işlerini yapmadıklarından, kral ülkesinden istenen yeraltı kaynaklarının bir kısmını başka bir ülkeye vermiş gitmiş. Çünkü Prensesi de o ülkenin kralıyla evlendirmeyi düşünüyormuş. Ülkede yer altı kaynakları da başka ülkelere verilince okullarla hastaneler de parasızlıktan kapanmış. Sarayın okulu ve hastanesi varmış. Bu nedenle ülkedeki okulların kapanmasından kralın hiç haberi olmamış. Kimse de cesaret edip söylememiş. Okula gidemeyen çocuklar sokakta, hastalar ortalıkta kalmış.
Okulu kapanınca Papatya çok üzülmüş. Çok kızmış. Okulu açılıncaya kadar şehir şehir dolaşıp insanlara olanları anlatmaya karar vermiş. Anne babasından izin istemiş. Babası, “Gidebilirsin” demiş. Annesi, “Kendine çok dikkat et” demiş. Papatya, “Döneceğim” demiş. Papatya yola çıkmış. Papatya yürüyerek bütün şehirlere, kasabalara, köylere uğramış. Halkın bir kısmı kızmış, bir kısmı ilgilenmiş, bazıları inanmış, bazıları yüzüne bakmamış. Papatya yılmamış. Her gittiği yerde anlatmış. Su da toprak da orman da halkın malıymış. Kimse onların adına başkalarına veremezmiş. Çocuklar okumalıymış, hastalar bakılmalıymış. Papatya’yı anlayıp saygı gösteren de olmuş, köylerinden şehirlerinden kovanlar da. Papatya o kadar yer gezmiş ki herkes onu tanımış. Kızanlar da sevenler de ondan konuşur olmuşlar. O kadar çok konuşulmuş ki Papatya’nın adı sarayda bile duyulmuş. Kral Papatya’ya çok kızmış. Adamlarına,-Tez bulup saraya getirindiye emirler yağdırmış. Kralın adamları ülkenin her yerini karış karış aramışlar. Papatya’yı bir köyde bulmuşlar. Alıp saraya getirmişler. Papatya sarayı görünce gözleri kamaşmış. Bütün duvarları altındanmış. Onu hemen kralın huzuruna çıkarmışlar. Kral Papatya’ya kızmış. Papatya anlatmaya çalışmış. Kralın kızgınlığı artmış Papatya inatla anlatmayı sürdürmüş. Papatyanın korkmaması kralın hoşuna gitmiş. Ona susması karşılığında bu sarayda onlarla birlikte yaşayabileceğini söylemiş. Papatya krala, birkaç yıl sonra sular iyice kuruyup, ormanlar tümden yok olduğunda sarayının tümünü de satsa bir bardak su etmeyeceğini söylemiş. Kral Papatya’ya inanmamış ve onu saraydan kovmuş. Papatya artık yorgunmuş. Annesini babasını özlemişmiş. Mahallesine ailesine dönmüş.
Papatya gittikten sonra kral günlerce düşünmüş. Yoksul bir kız ondan daha akıllı olabilir miymiş? Yoksul bir kız nasıl bu kadar cesur olabilirmiş?
Annesiyle babası Papatya’yı özlemle kucaklamışlar. Papatya umutsuzca eve kapanmış. Annesine yardım ediyor, babasının eve getirdiği kumaş parçalarından pazarda satmak için oyuncaklar yapıyormuş. Yine de kıt kanaat geçinebiliyorlarmış. Başkalarının durumu onlardan da zormuş. Ülkede giderek yoksulluk dayanılmaz oluyor insanlar Papatya’yı anlamaya başlıyorlarmış. Kraldan ve adamlarından korktukları için Papatya doğru söylüyor diyemiyorlarmış. Kral bir gün tebdili kıyafetle halkın arasına karışmış. Papatya’nın doğru söyleyip söylemediğini merak etmiş. Saraydan çıkıp biraz uzaklaşınca ülkesini tanıyamamış. Dereleri kurumuş, evleri bakımsızlıktan viraneye dönmüş, yeşillik kalmamış bu ülke, onun ülkesi miymiş? Ya bu hırpani giysili, gözleri korkuyla bakan, suskun insanlar onun halkı mıymış? Kral neye uğradığını şaşırmış panik içinde saraya geri dönmüş. Günlerce kendine gelememiş. Ziyafetlere katılmamış. Soytarısıyla bile görüşmemiş. Kral çok üzgünmüş. Artık odasından bile çıkmıyormuş. İstediklerini alan zengin ülkeler de kralın yüzüne bakmıyorlarmış zaten. Kral uzun uzun düşünmüş. Papatya’yı dinlemeye karar vermiş. Yoksa ülkesiz bir kral olacakmış. Bu kez de tebdili kıyafetle yola koyulmuş. Sora sora Papatyaların evini bulmuş. Başkentteki herkes Papatya’yı tanıyormuş. Artık kimse Papatya’ya kızmıyormuş. Ülkenin her yanından gelip ona ne yapmaları gerektiğini soruyorlarmış. Söylediklerini saygıyla dinliyorlarmış. Papatya onlara, yaşamak için güneşin, havanın, suyun, toprağın, ağacın, hayvanın, böceğin ne kadar gerekli olduğunu anlatıyormuş. Aslında onlar da biliyorlarmış ama Papatya kadar cesur değillermiş. Kral kalabalığı yara yara Papatya’ya ulaşmış. Papatya gelenin kral olduğunu anlamış ama kimseye söylememiş. Kral halkın Papatya ile konuşmalarını dinlemiş. Ülkenin durumunun gerçekten kötü olduğunu iyice anlamış. Giysilerine büründüğü yaşlı bir adam gibi sormuş;-Ülkemiz nasıl bu hale geldi? Papatya yanıtlamış,-Siz siz olun mağrur krallardan korkun demiş,-Ya yoksulluk?diye sormuş kral,-Ormanla, toprakla, suyla uğraşan kralları izleyin diye yanıtlamış Papatya, -Kralların ne suçu var. Sarayda çalışanların uyarması gerekmez mi? diye sormuş Kral heyecanla,-Siz siz olun korkak çalışanlardan da uzak durun.demiş Papatya, -Peki ya halk? Halkın hiç suçu yok mu?diye bağırmış kral,-Kızlarına değer vermeyen halk suskun olur. Çocukları özgür olmayan toplumlardan da korkun.
Kralla Papatya’nın konuşması böyle sürmüş gitmiş. Hava kararınca kalabalık dağılmış. Papatya’nın annesiyle babası yaşlı bir adam sandıkları kralı içeriye davet etmişler. Eve girince kral onlara kimliğini açıklamış. Papatya için annesi ve babasından izin istemiş. Papatya kralla gitmeli ve ülkenin düzelmesi için ona yardım etmeliymiş. Onlar izin vermişler ama Papatya razı olmamış. Kralın Papatya’ya ihtiyacı yokmuş. Kral sarayına dönünce her sabah büyük bir aynaya bakmalıymış. Aynada kendi yüzünün yanında binlerce Papatya, Gamze, Mustafa, Melis, Emre, Kıvılcım, Ceylan, Onur, Emrah, Serap, Can gibi çocuklar görürmüş. Tüm ülkenin hatta tüm dünyanın çocuklarını görebilirmiş bu aynada. Kral eğer aynada çocukları gülerken görürse ülkenin mutlu olduğunu anlamalıymış. Ve kendisinin de iyi bir kral olduğunu. Ama çocukları üzgün görürse ülkesinin mutsuz olduğunu anlamalıymış.
Kral sarayına dönmüş. Odasına kocaman bir ayna yaptırmış. Her sabah erkenden uyanıp aynaya bakıyormuş. Papatya’nın dediği gibi çocukları görüyormuş. İlk zamanlar çocuklar gerçekten mutsuz görünüyorlarmış. Kral ülkenin her tarafını ağaçlandırmış. Meşe, çam, kavak, söğüt, çınar, gürgen diktirmiş. İnsanlar beslensin diye meyvelikler yaptırmış. Ağaçlar yağmuru çağırmışlar. Dereler azıcık da olsa çekildikleri toprağın derinliklerinden çıkmaya başlamışlar. Aynadaki çocuklar gülmeye başlamış. Okullar yeniden açılmış. Çocukların yüzü aydınlanmış. Hastaneler kapılarını açmış. Fabrikalar çalışmış. Ülkede yoksulluk kalmamış. Parklar, oyun bahçeleri düzenlenmiş. Çocuklar hem yaşamda hem aynaya yansıyan görüntülerinde gülmeye başlamışlar.
Kral akşamları yatmadan aynadaki çocukların gülen yüzüne bakıp ülkem zengin ve mutlu, ben de iyi bir kralım diye düşünüyor ve huzurla uykuya dalıyormuş.Papatya da mutlu sayılırmış. Mutlu çocukların arasında mutlu bir çocuk olarak büyüyormuş. Ama daha çok işim var diye düşünüyormuş. “Dünyadaki tüm çocukların mutlu olması için uğraşmak.”
31.08.2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder